Tarzancam daha iyidir...

5 Aralık 2011

olanlar

- onlar, kendilerini bende görüp benden nefret ediyorlar.
- ben, onlarda kendimi görüp onları çok seviyorum.
- tanrı artık beni kurtarsın.


28 Kasım 2011

+18 - 030


'030' by The Good The Bad (UNCUT) from 030 on Vimeo.

Herhalde gitarın performansından memnun kalmadı ki ööyle atarlı bir çıkış yaptı, bilemiyorum, gitara üzülmedim değil.

19 Kasım 2011

15 Kasım 2011

Güzel Haber ???!!

-Evet!! Bundan sonra Yavru Tarzan keyfini mobil de yaşayabilin diye pasif olan mobil özelliğini aktifleştirdim! Okurum, yabancı diyarlardayken bile kendini evinde hissedebilsin diye iki dakikamı ayırıp onca şablon içinden aslına en yakınını seçtim!!!?
-Tabii ki çok sayın Tarzan mobil hayatın da bir parçası olmalı.
-Maşalla.
-O yüzden değerimi bilin bence.
-Arivederçi.

eğer bir gün beni terk edersen ben de seninle gelebilir miyim?

-Lüdvennn...
-Ahahah, ben bunu yeni duyuyorum.Ya da unutmuşumdur belki, bilemedim.
-Güldüm ama.
-O değil de buuuu blogırın yeni arayüzünde "yeni blog" tuşu çok böyle stratejik bir noktada gibi geldi bana. Ya da belki blogır bana bir şey söylemeye çalışıyordur, bilemedim. 
-Arkadaşlar, Tarzan hala mesajı alamadı, bence tuşu biraz daha büyütmemiz, kocaman yapmamız hatta sayfanın tam ortasına kırmızı harflerle, evet evet... haşşşöylee...
-Bananelan!
-Bir önceki giriyi elbette saat yedide yazmadım. Zaten o yazıyı yazarken içiodum lan, ne alaka ayık kalmamak?! Zaten ertesi gün hasta oldum ben. Yumurta attım. Pms de derler. Nasıl bir kafadaysam artık, saaaaat yedide sanki ayıkmışımcasına. İnanmayın lan!
-Çok sarhoj da değildim.
-Saat yedide uyuyodum ben.
-Bi arkadaşım, yea Tarzan ne zaman konuşsak hep içiyorum diyosun, niye fln yaptı.
-İlgilenmedim.
-Allah Allah, neyse.
-Neyse, bugün doğum günü olanınız varsa, çok kutlayasım geldi. Hiç de senin doğum gününü kutlamıyorum, ne vefasızım lan ben, kendimden utandım şu an okur, iyi ki doğdun lan!
-Bence şu tuşu biraz daha mı büyütsek acaba, tam sayfa mı yapsak, arkadaşlar!
-Saygılar.

13 Kasım 2011

Ayık

-Bi Lily Allen videosundaki özgür takım taklavatımdır belki! Hediye kutusu kıyafetinin altında, taytın içinde, kımıl kımıl, merhaba dünya!
-6 haftadır çöpe atılmayı bekleyen huzursuz bira şişesiyimdir, belki daha uzun süredir oradayımdır ya da belki bira şişesi değilimdir.
-Ya da içi su dolu eski şarap şişesiyimdir. Yanındaki hala şarap dolu olan yeni şarap şişesine bakıp iç geçiriyorumdur, şanslı mıyım yoksa şanssız mıyım, bilmiyorumdur.
-Türkçe ve İngilizce bilmeyip hiç bilmediği bir semtteki PTT'yi bulmak durumunda kalan 50 küsür yaşındaki uzun boylu, kemikli suratlı,  kıyafetleri pekkk de parlak görünmeyen Fransız hanımefendisinin huzursuzluğuyumdur, Kozyatağı'nda kim bana ne yapacak bilmiyorumdur ama PTT'yi aradığıma emin fakat başka her konuda şüphede, hem de Fransızca!
-Gittiğini sanıp aslında terkedilenimdir.
-Aptal mı sanıyorsunuz siz beni, diye bas bas bağırırken ne kadar aptal olduğunu bilemeyen.
-Cumartesi gecesi ayıklığıyımdır; telefon çalmamıştır, plan yapılmamıştır, havanın soğuk ve yoldan geçenlerin olup da her akşam geçenlenlerin görünmediği zamanlarda bir şiir ilhamıyımdır. Şiir yazdıracağım, belki yazdırırm da kime okutacağız? 
-Kime?
-Geride kalan son on yıla bakıp eğer aptalca aşık olmasaydım ve kendim hariç başka her şeyi düşünmüyor olsaydım acaba ne yapardım diye kendine kendine sorup bir cevap alamayan kızın kaderiyimdir; Lily Allen klibindeki taşaklar kadar neşeli, bira şişesi kadar huzursuz, su  dolu şarap şişesi kadar mutsuz, PTT'yi arayan Fransız kadar şüphe dolu, terk hikayeleri ve aptal sorular ile örülü, bir cumartesi akşamı ayıklığı kadar acı devasa bir yalnızlık!
-Yine sen şahitsin Tarzan.
-Tanrı kimseyi cumartesi gecesi ayık bırakmasın.
-Amen.
-Öpüyorum.

6 Kasım 2011

Bayramsal

-Kuşkusuz bayram coşkumuz, bayramla gelen tatil günü sayısı ile doğru orantılı.
-Milli bayramlar büyükler arasında kutlanmıyor, di mi lan? Büyükler?! Kaç taneniz dedesinin cumhuriyet bayramını kutluyor? Bilemiyorum gerçi, bir gazi dedem olsaydı durum farklı olabilir miydi?
-Ya da Ankara'da üst düzey memuriyet sahibi bir babam olsaydı, bilemiyorum? -on yıl öncesi içün-
-Hayır milli duygular içinde, milli bayram-dini bayram karşılaştırması yapmıyorum. Teyzemi ararken, lan acaba cumhuriyet bayramında arasam nasıl tepki verirdi, diye düşündüm bugün. Şaşırır ve bozuntuya vermeden teşekkür ederdi. Da garip gelirdi kesin. Ailede böyle bir gelenek yok. Aradığınız geleneğe ulaşılamadı. 
-Ben bazı milliyetçi kokulu arkadaşlarımın milli bayramlarını da kutluyorum gerçi. Daha geniş bir milli bayram kutlaması yapsam adım faşiste çıkabilirdi ama bence. Pis laik! Pis laique!!! Bazı boş hezeyanlar içinde olduğum düşünülürdü. Vatan, millet, Sakarya diyerek nereye varacaksın Yeeavru Tarzan, denirdi kesin.
-Milli bayramlarımız çocukluğumuza hapsedilmiş çünkü. Bir dini bayramın aile sıcaklığı yok. Nerede o eski bayramlar hüznünü ucundan kıçından yakalıyor. Siyasetten kaynaklanan soğukluk da bulaşmış. Milli bayramlarla birlikte anılan kavramlar sahipsiz kalmış, boşaltılmış; taşlaşmış bir ilkokul şiirinden öteye gidememiş.
-Yeaaani, bir dini bayramın mutluluğunu getirememiş.
-Kendimi çok Ertuğrul Özkök gördüm, böght.
-Bilemiyorum, ama buna hüzünlendim bugün.
-Sonra kendi sıcak çikolatamı kendim yapiym dedim. Çikolataları su dolu bir kabın içindeki başka bir kapta eritip sos kıvamına getirdim. Bazıları tarçınla kaynattığınız sütün içinde mümkünse rendelenmiş çikolatayı eritin diyor ama kısıtlı yemek yapma tecrübelerime dayanarak söyleyebilirm ki süt, muhtemelen çikolatanın erime hızından çok daha hızlı pişecektir. O çikolatalar eriyene dek süt yanabilir bence. Kısık ateşte olayı devam ettirmek mantıklı bir cevap olabilirdi. Neyse, sittiredip çikolatayı ayrı, sütü ayrı ısıtıp daha sonra birleştirip mümkünse biraz daha ısıtmayı daha mantıklı buluyorum. Bence siz de öyle yapın. Tarçın ve karabiber, kuşkusuz eklenmeli.
-Ama tabi milli bayramın soğuk kalıplarla kutlanması dini bayramın suçu değil. Dindarların bile suçu değil.
-Ben hatayı daha çok elitistliğimizde buluyorum. Bu noktada elitistlik tarihimize eğilmekte yarar var. Biz bu toplumdan nasıl uzak kaldık? 
-Yanlış soruyu sormuş da olabilirim. Belki de "biz" yoktur da "benim gibiler" vardır ve "benim gibiler" hiçbir durumda "biz" olamayacak kadar birbirine uzaktır. "Benim gibiler" daha birbirine yaklaşamazken topluma nasıl ulaşacaktır?
-Burada toplum kim oluyor acaba? 
-Merhaba elitisizm! "Sen" olmayan herkesi toplum ilan ettin Tarzan!! Oryantalizm has just appeared!
-O zamaaaaan; biz birbirimize nasıl bu kadar uzak kaldık?
-Oryantalizmle alakalı en hüzünlü noktalardan biri şuydu; Avrupalılar, oryantalizmi aştıklarını düşündüklerinde bile oryantalist bakış açısını bir kenara bırakamıyorlardı.
-Batılı yöneticilerimizde de durum bu gaaleba. Doğuyu anladığımızı söylerken bile doğu-batı ayrımını yapıp doğuyu ötekileştirmeye devam ediyoruz. Baltıklarda da vardı aynı sorun. Siz Kuzey Avrupalılarrr, diye başlayan bir cümle kurduğunuzda bile sinir oluyorlardı. Çünkü Kuzey Avrupa, Rusya demekti ve Rusya demek ötekileştirmekti.
-Milli bayramlara "resmiyet" katmamalıydık belki de. Bayram dediğin, ailece-cümbür cemaat kutlanırdı; tıpkı dini bayramlar gibi. Geleneklerine ölümüne bağlı bir milletiz, bir gelenek oluşturmalıydık. Gelenek nasıl oluşacaktı; bkz. dini bayramlar! Belki, dini bayramlardan öğrenecek çok şeyimiz vardı ama beceremedik.
-Çorba yapmayı iyice öğrenmem gerekiyor.
-Mutlu bayramlar efendim, salıncakla.

31 Ekim 2011

Bayrak as!

-As as.

-Düzgün ölçülerde bile değil galiba... skym.
-Geç olmadı mı? Oldu. 
-Ülkemi iyisiyle kötüsüyle seviyorum. İyisiyle hepimiz seviyoruz da kötüsüyle seven adam sayısı az ama bi deneyin çogzel olacak.
-Bi bağırmayın kulağımın dibinde lann misal.
-O değil de kafanız güzelken buuuu blogırın şifresini bi kerede girmeyi başarabiliyor musunuz, onu merak ettim.
-Yani yine de anlamaya ve çözmeye çalışmak lazım, olumlu tutum önemli. Bu. Yedi saat terör operasyonlarımızı, deprem ve bilimum milliyetçi tuhaf tepkileri, resmi olmayan 29 Ekim kutlamalarımızı anlatıp bu sonuca varacaktım amk uğraşamadım bile.
-Yaani, bir bayrak asacaksın ve düzgün ölçülerde bile değil, bu mu yani?
-Ben, uzun süredir, bir şeyler anlatmaya çalışmaktan vazgeçtim. Valla bak. Bloğu da bi yere -bir konuya demek istiyor da hafif çakır, o yüzden- yönelticem artık. Karikatürist biyografilerine yöneliym mesela. Biz karikatüristlerimizi çok boşluyoruz. Bir Piyale Madra yazısı yazacağım hala.
-Zaten daha neler yapmayacağım ki!
-Aşk acısı kötü şey.
-Ama çok ciddi, hoş plannarım var bilog. Tarzan. 
-Ne yapacağım bi sayayım, dur dur, vazgeçtim saymıyorum. Saydım da manasız geldi, sildim.
-Onun bunun öyküsü, benim gibi ona buna öykü yazıp ayar çekmeye çalışan biriyle karşılaştım, görüş alanım bir nebze daha karardı. 
-En güzeli içmek. Valla.
-Da odaklanacağım konuyu bulamadım da bi yandan. Karikatürist biyografileri de şimdi çat diye çıktı. Başka olmayacak fikirlerim de var. Ama temelde bulamadım.
-Ekşi'de akbank caz radyosu çalıyor, dinleyin yeah. Hatta Akbank Caz Fest bitince de çalsın bööle lan, napsak?
-Bu son yazdığım Kadıköy Turu isimli hikayemden elbette hoşnut değilim. Hayal ettiğim şehir ruhu bile değildi anlatılan ama anlatıp kurtulmak zorundaydım. Bazen hikayeler böyledir, kendilerini zorla yazdırırlar. Nitekim kendisi kafamı skti. Göya üzerinden geçeceğiz sonra. Hangi sonra?!
-O değil de içip uyumak için hazırlık yaptım. Nebliym tuvalet muvalet her şeyi hallettim. Saati kurdum falan. Şimdi içip direk yatağa gitçem. Bu. Bence şahane pilan. Evet.
-Öpiym.

27 Ekim 2011

buz

buz

olacak bunlar bebeğim.
anıları üzerine gelecek.
hayaletleri her köşe başından silinirken,
el sallayacaklar hüzün içinde, buradaydık, diyecekler.
ve şuradaydık.
ve işte şu köşede beklemedi mi beni?
şu bahçede son biramız.
ve el ele tutuşan çiftler gözüne batacak.
yaşlar ve yaşlar.
duvarlar ve sorular.
şimdi şeytana dönüşmüş o güzel hayallerin,
karşına dikilecekler, biz neden harcandık, diye!
tamam bitti, diyeceksin, kendine sarılırken,
kucağını acı ile dolduracak iki kişilik battaniyen.
yetmeyecek; gelin bakalım, diyeceksin, tüm acılarına.
yatağımı size açtım, gelin bakalım!
olmayacak.
boşluğuyla el ele, sokaklarda, bin türlü hesapla meşgul,
hataların ağırlığıyla sabit.
kara kış, kaskatı, buz!

boşvereceksin.
ve boşvereceksin ki...
ancak boşverebilirsen...
ve ancak kendini affedebilirsen...
geçecek, gidecek ve birer çizgi izi kalacak,
bu buz gibi acıların.

-Yok, bunalımda değilim. bu şiiri öölesine yazıp sadece sözlüğe bırakmıştım. Sonra bugün özlediğimi farkettim.
-Şiiri.

22 Ekim 2011

Ankara'ya yakışan karlar

Ankara

Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar, buz tutardı resmi yalanlar...
kimse keman çalmaz belki ama
çok keman çalınsın balolarında
diye yapılmış
gri sisli binalar...
alnının ortasında
ciddi bir devlet asabiyeti.
çok kötü günlermiş gibi en genç zamanlar,
bu zulüm bu sevda bitmezmiş sevmek
bir halkı sevmekse aşk o zaman sevmekmiş!
(biz bir şeyi delicesine severiz
ama tanrım neyi?)
kahve önü çatlak mozaik
bel kemiğine tehdit
kürsüler üstünde
çok sigara içen
öğrenciler
bir daha asla yaşayamayacağı
aşkları teğet geçerken
hep onu sevmeyenleri severek
hep onu sevenin gözlerinden
kalabalıklara kaçarak
karışarak toplumcu gerçekçi yalnızlıklara,
yüksek rakımlarda çatlamış dudaklarını
bir izmirli güzele dayatmak varken
(hep kardeş olacak değiliz ya,
yaşasın halkların sevgililîğî!)
soyut bir sevdaya
beşik kertilmiş olan
dağda çoban,
şehirde şark çıbanı sayılan,
fırat'ın büyük elleri
ararat'ın kız yelleri
cilo'nun derin nefesleri
hülasa kente hukuk mukuk okun
mümkünse o arada da memleketi kurtarmaya gelmiş
anadolu çocukları, ankara' ya öyle yakışırdı ki kar
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar
(belki balkona kar seyretmeye çıkar diye
sevdiğimiz kızlar
çok dibimiz donmuştur ve çoğu zaman
bu kar mevzuu
kızlara yeterince ilginç gelmemiştir
hiçbir şey kapalı bir dükkan kadar
hüzünlü gelmez insana
ankara'da,
yoksa bugün bir hayat
yaşanmayacak mı duygusu çöker bütün bozkıra.
kimse keman çalmaz belki
belki bu fiim hiçbir zaman
o kadar fiyakalı olmayacak ama
hiçbir lahmacunda
o okul yolundaki üçüncü sınıf lokantadakinin
tadını vermeyecek bir daha
çok daha iyilerini yedim sonra
bizzat urfa'da hatta
ama hiçbirinde
o kadar aç oturrnadım sofraya
Ankara'ya
öyle yakışırdı ki kar
çok yabancı bir soluk duyulur bazı
bilinmez bir dilin ıslığından
anla ki sıkıldı bizim konsolosluktaki konuklar
öyle deme Ankara'yı sevmeyene bir zulümdür
bu kadar insanın neden ankara'yı sevdiğini anlamadan
ankara'da yaşamak
yollarına hep sevdiğimiz insanların
adlarını vermediler ama biz her duvara
bilvesile onların adını yazarak yaşadık
kül ve betondan mürekkep
yaşadıkça yaşanılası gelen
o tuhaf bozkır kokusunda.
aAkara'ya öyle yakışırdı ki kar.
asfaltlar ışıldar...
bir günden bir sürü gün yapan
mesai saatlerinde hiçbir şey yapan
hiçbir şey alıp hiçbir şey sunan
rakıyı bol sulu içen
dokunmasın için deği!
çabuk bitmesin dîye devletimin tekel rakısı,
hep kağıtlara bakarak,
hep kağıtlardan bakarak
hem neşet ertaş' ı hem bülent ersoy' u
aynı anda sevmeyi başararak,
karısının bayat ekmeklerden yaptığı tatlıyı
çok beğenmeyerek ama
yine de bu tasarrufunu takdir ederek
boynu hep kıdemli bir atkının içinde saklıyken
hep bir şeylere birilerine küsmüş gibi
yürüyen...
memurlar.......
Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar..
asfaltlar ışıldar,
buz tutardı resmi yalanlar...
biz, şimdi kapalı birr kuruyemişçi
dükkanının -ki bütün plan kar altında
tuzsuz ay çekirdeği çitileyip
yanı sıra bafra içmektir-
kötü ışıklandırılmış vitrininden
umutsuzca içeri bakan,
kimliği gereğinden fazla sorgulanmış,
merhabadan çok çıkar ulan kimliğini denmiş,
-yani sistem kendi verdiği kimliği
zırt pırt geri istemektedir-
doğduğu yer yüzünden
doğuştan kavgacı zannedilen ama
pek çoğu kavgadan nefret eden
kavgacı esmer cesur korkak
çoğu kürt çoğu türk çocuklardık...
ankara'ya öyle yakışırdı ki kar....
ha sonra belki ahmed arifin aklına
hiçbir şairin aklına gelmeyecek
-çünkü hiçkimse bir daha Ankara' yı
o'nun kadar sevemeyecek -bir şiir islenir:
kar altındadır varoşlar
hasretim,nazlıdır Ankara.....
ustam yine sen bilirsin ama
hangi aralıkta bir şair ölmüşse
işte o,en netameli aydır bence.
Ankara'ya öyle yakışırdı ki kar...
asfaltlar ışıldar...
yalanlar...
şimdi ve sonra ne zaman Ankara'ya kar yağsa
elim gönlüm, çocukluğum buz tutar.

Yılmaz Erdoğan

--iyiymiş--

12 Ekim 2011

İkimizin yerine

- ... bana hediye bırak bütün şekeeeerleri, ben yalarııım ikimizin yerineeeee...
-Neyse yea, Maslak'ta bir öküz ve bir ineğe rastladım. Yok hakikaten, gerçekten, bir inek ve bir öküz, gayet ne yaptıklarını biliyormuşçasına bir edayla önümden geçip gittiler, bence şahane bir olaydı.
- Behzat Ç.-Seni Kalbime Gömdüm, geliyor evet. De sanki film olarak da başka Behzat Ç.'ler olacakmış gibi olmuş. Millet ismi beğenmemiş, ben çok beğendim. Niye ki, Behzat zaten bir şeyleri falan kalbine gömecek bi insan en nihayetinde... falan. Cansu Dere'den pek hoşlaşamadım fakat. Olabilir.
-Nuri Bilge Ceylan filmleri çok sıkıcı olur diye düşünen sevgilisini Bir Zamanlar Anadolu'ya gitmeye ikna edemeyen bir hatunla ilgili filme gittik. Ben öyle, herkesin; muuuhtemelen çok sıkıcı olur, dediği atraksiyonlara Cüneyt Arkın'ın yamulmuyorsam Malkoçoğlu olup da kaleden atlaması gibi atlayan bi insanım. Romeo ve Juliet'in oyununa da öyle atlamıştım. Zaman zaman kendimi sevmiyor değilim. Fakat film çogzeldi. Bayaa güzeldi. Kült olacak, dedim çıkarken. İçimden. Dışımdan söylemek için vakti erken buldum. Bilemiyorum.
-Geri dönsene yeaaaa!
-Hayır, sen değil, senden bir öncekine sesleniyorum.
-Pratikte iki önceki olacak tabi ama teoride bi önceki????!
-Ondan sonra, yok ben kaltak değilim, ben öyle değilim, ben şöyle değilim.
-Bırakkkk...
-Dönmeyin hiçbiriniz, iyi böyle amk.
-9gag.com var, bilin bence, baya şahane. 4chan'in bir hali.
-Patron, sana cheesecake aliym, dedim, oradan 1994'te NewYork'ta ilk yediği çiiizkeyk'e gittik ve bi 10 dakika geri dönemedik amk, bundan sonra hep milföy alacağım, ağzını açan n'olsun!
-Dedim ama bi ümitle kendime aldığım çiiizkeyk'in ucundan verdim, belki senelerdir aradığınız çiiizkeyk budur, dedim, denedi ama maalesef cnm maalesef bebeğim, dedi, benim yarım kiloluk yerinde sanki jöleymişçesine sallanan çiiiizkeykim değil bu, dedi ve hüzünle milföyüne geri döndü.
-Maslak'ta, o inek ve öküz ikilisinden önce, plazanın birini ararken, yol sorduğum motosikletli abinin, bayadır da kimseye abi demiyorum yannız, beni aradığım plazaya kadar götürmesi var bi de. Hava da çok güzeldi ve püfür püfür gittik.
-Merhaba, ben Maslak ve bugün Tarzan içün küçük sürprizler hazırladım.
-Karga, meğer zamanında yanmış ve duvarları o yangından beri  yenilenmemiş. Yaaa yaa. Bu ayın Karga Mecmua'sında Karga'yla alakalı bilinmeyen her şey, yine çok şahane, Karga'ya gidip tüm ekibi kucaklayasım geldi yeminlen. -ekşi'ye yazmış olabilirm- -daha yazmadım ama yazcam galeba-
-Çogzelsiniz amk!
-Alçağız hea. Geçenlerde adamın biri bana aşağı yukarı şöyle bir şey saçmaladı; yoksa yabancıların teninde bıraktığı izler benm ruhunda bıraktığım izleri sildi mi vs vs vs... skiym. Yani skmiyim aslında, o değil de hoşlandığım adam böyle saçmalasa öperim, yatağa atarım belki vs vs de işte böyle bi aptal söyleyince skiym diyorum.
-Belki ciddi.
-Belkisi falan yok, adamın ne mal olduğunu biliyorum, da en son saaaanki her şeyi yanlış anlamışım gibi konuştu, şüpheye düşüp kendimden utandım. Ahahah. Bazı ters köşeler... falan sttredin ama öyle bir şey var. Lütfen, saaadece sevilen adam saçmalayabilir.
-Tabi ruhum-ten-iz-miz... o tellerde saçmalamasa iyi olur. Ya da neyse.
-Neeeeyse hakkaten.
-Saygılar.

Bir Şehir Ruhu Hikayesi; Kadıköy Turu

Vee, Yavru Tarzan hüzünle sunar;
Bir Şehir Ruhu Hikayesi;

KADIKÖY TURU

Ruhum zaten sokaktaydı.

Kadıköy otobüsü, E-5'in ya da yeni ismiyle D-100'ün sonundaki virajı keyifle aldı. Hava kapalıydı, üzerimdekiler inceydi, yağmur yağsa sırılsıklam olup üşütürdüm belki ama olsun, yine onun için ya da onun yüzünden  hasta olmaktan korkmuyordum. Maalesef dışarda olmalı ve acımı çekmeliydim. Hiçbir şey bundan daha önemli değildi.

Otobüsteyken,  KKR, diye içimden seslendim, sen yine muhteşem bir adamı mahvetmişsin! Ne istedin lan güzelim adamdan!
-Benimle alakası yok, diye cevap verdi, kaçtığını hissedebiliyordum.
-Gel yeeeah, diye kükredim yine içimden, saniyesine yanımda belirdi.
-Benimle alakası yok, dedi tekrar, bir şeyleri dağıtmış yavru köpek bakışları, kumral, mavi gözlü, boyu çok uzun değil, salaş kıyafetler, paçaları çamurlu. Hayal ettiğim KKR'nin gözleri kahverengiydi aslında.
-Olurum istersen, dedi, hayır olamazdı ama yalanlarına alışmıştım. Cevap vermedim, biraz takılmamız lazım seninle, dedim.
-Takılmasak?
-Berbat durumdayım yav!
-Ama bugün cumartesi, her yer kaynıyor, Kadıköy'ün bana ihtiyacı var, ben sonuç olarak...

Bırak, dedim içimden, ne olduğunu biliyorum, senin gibi kaç tanesiyle uğraştım ben, şimdi sen benimle sahile geliyorsun, önce biraz Haydar Paşa'yı seyredeceğiz, sonra hangi güzergahı takip edeceğimi zaaten biliyorsun, en fazla bir saat sürer.
Lütfen!

Ve işte Haydar Paşa'yı kesiyorduk. Üzerinde berbat bol bir kazak, bol pantolon, ara ara nefret içinde bana bakıyor, ne o yarattığını beğenemedin mi lan, tamamen senin eserinim halbuki! Çocukluğumu, gençliğimi sana verdim ve seni hala seviyorum -ve hala-, bu mu yani bana geri dönüşü tüm bu sevginin?
-Abartmasak?
-I'm in pain! -acı içindeyim-
-So what amk! -n'olmuş yani amk.- Herkes acı içinde, bütün Kadıköy acı içinde, ben hep acı içindeyim, hem zaten ben mutluluk vaadetmemiştim, bu ne sinir lan?!
Ah, bir de satıcı tripleri eksikti! Zaten mutluluk vaadetmemişmiş... Allah Allah... Öyle bir şey demediğini ben de hatırlıyorum. İlla söylemen gerekmiyor zaten. Söyleseydin de, ben öyle bir şey dediğimi hatırlamıyorum diyerek çirkefe yatardın zaten.
-Ne zaman bu kadar çirkefleştin sen ya?

Yanlış yerdeydik. Yanlış yere gidiyorduk. Bir şehir ruhu için bunlar anlamsızdı. Sadede gelmem lazımdı.
-Neden ona bunu yaptın?
-Çattık. Ya ben kimseye bir şey yapmadım!! Hasta mısın? Ben bir şehir ruhuyum, tek yaptığım takılmak!

Bana ne!

-Ayrıca insanların seçimlerine pek karışmıyorum, biraz yönlendiriyorum o kadar. Doğru yolu gösteriyorum. Balık tutmayı öğretiyorum. Güzel bir şeyim.

Tabii ki biliyordum. Güzel bir şeydi ve bir ruh olarak insanların seçimlerine elbette karışamazdı. Bu, onlar için en fena suçlardan biridir. Biliyorum. Ama o kadar kötü hissediyordum ki, seviştiğimi sandığım adamın, bir zamanlar dünyanın en güzel adamı olan insanın, ruhsuz bir canava dönüşme sürecinin bu piç ruhla bir şekilde alakalı olduğundan emindim. Ayrıca birinden hıncımı çıkartmalıydım.
Gerçi, KKR'den önce aklıma başka hınç çıkartma araçları gelmemiş değildi. Tabii ki kendimden başlamıştım; önce uyudum. Ne kadar uyursam o kadar güzeldi, göya beynime reset atıp uyanıyordum. Sonra, onca uyku nedeniyle fazla enerji birikti ve biriken enerjiyle çalışan kafam yine kendine saldırdı -kafanın kendine saldırması?- ve bu sefer daha fazla acı vardı. Üstelik, neredeyse bir aylık uykumu almış olduğumdan artık uyuyamayacaktım da... Ve merhaba bira! Ve merhaba şarap! Ve merhaba mastürbasyon! İlginç, mastürbasyonun aklına en son gelmesi, diye sordu KKR, bence de ilginç evet, demek ki olay hakikaten kalbimle alakalı bir meseleydi, düşün bak yarattığın canavarı kalbiyle seven bir kızım ben, bana bir cevap vermen lazım KKR!

-Ya, ve merhaba şarap ve merhaba mastürbasyon demiştin, iyiydi oralar bak, ben bir facia göremedim henüz ama?!
-O değil de neden böyle oldu KKR?
-Doğru, hakikaten ne kadar da iyi bir adamdı. Ama işte hayat bazen böyledir, çok seversin ve sevdiğin seni düşündüğün gibi sevmiyordur ve kurduğun tüm hayaller, planladığın güzel gelecek ve onun için yaratmayı düşündüğün her şey, bir aptallık uğruna yokolur. Ve, elbette bunu hakedecek insan değilsindir. Ama olur. Haketmemiş olsan da yaşarsın. Beeelki, ufak tefek belirtiler vardır ve sen kaçırmışsındır. Ya da aşktan gözün kördür ve ufak ayrıntıları görmek istemezsin. Bilemiyorum. Aslında, bikaçbin yıllık tecrübelerime dayanarak söyleyebilirim ki, tek bildiğim bunları tartışmanın manasız olduğu, ama gel de anlat şimdi bunu sana tabi... skicem.
-Bu saçmalıkları anlatasınız diye varolduğunuzu okumuştum.
-Yalan amk! 

Derin bir nefes aldı. İçinden lanet çömezlerr, dediğine emindim, her şeyden emindim, hepimiz bir yığın şeyden eminiz ama en başa geri dönüyoruz, ne güzel.

-Evet, işte bu nedenle basit adımlar atman gerekiyor, hatırla, insan ilişkileri atomu parçalamak değildir, basit olmak lazım; şimdi o, birkaç bireysel felaket yaşamış ve bir noktaya varmış (her şeyi skme noktası) ve o noktadan sonra -en azından bir süreliğine- herkesi skebileceğini düşünüyor, sadece ve sadece onun seçimi, bunun benimle hiçbir alakası yok!
Ama anlamak istemiyordum.
-Aylak Adam'ı tavsiye etsen acaba?
-Hayır!
-Şey desen, tamam belki sen, hayatın sana sunduğu bu yeni kaltağa hazır değilsin ama sen öyle birini istediğinde de hayat buna hazır olmayacak,  hayat işte böyledir, istediğimizi farklı zamanlarda verir falan desen?
-Hayır!!! Şimdi de postacı olduk amk! İstiyorsan kendin söyle.
-Fakat ben onun gözünde bir...

Cümlemi tamamlayamadım. Bu son cümleyi kurarken sesim kırılmıştı. Yine derin nefesler alındı. Kırık bazı şeyler parçalanmıştı. Aslında yine, tabii ki, yargımın doğru olmadığını biliyorduk. Bunu haketmediğimi de biliyorduk. Mesele kimin neyi hakettiği ile ilgili bile değildi, bunun da farkındaydık. Pek çok şeyi biliyorduk ama bunu nasıl çözebileceğimizi bilmiyorduk. Ya da ben aslında "çözüm" diye bir şey olmadığının farkında değildim. Hatta, çok temelde, Palahniuk'un Tıkanması'nı okumuş ve yer yer ezberlemiş biri olarak "asıl cevap, bir cevabın olmamasıdır" kuralından haberdardım ama işte...

-İşte tam olarak bu nedenle, seninle bir yürüyüşe çıkmamız lazım, de.

Kalktık. Ufukta Karaköy-Eminönü İskelesi görünüyordu. Tur gemileri, otobüs durakları cehennemi ve çay bahçesinden oluşan karmaşayı alışkın hareketlerle konuşmadan geçtik. İskele önünde bir nefes alabildik. Güzel sanatların dökülen pencerelerinden  piyano sesleri geliyordu, cumartesi günü bu olacak şey değildi, sanıyorum KKR'nin küçük bir mucizesiydi, böyle bir tuhaf mutlu oldum, hava hala kapalıydı.

-Hepimiz mutsuzuz, hepimizin geçmişinde felaketler var ama ben kimseye kötü davranmıyorum. İnsanlıktan umudumu kesmiş değilim. Bir öncekiler piçlik yaptılar diye tüm erkekleri kullanılabilecek köpekler olarak görmeye başlamadım, tamam, ben böyle düşünüyorum diye herkesin böyle düşünmesini beklemiyorum ama sadece çok sinir oldum, çok mutsuzum, daha önce olanlar benim suçum bile değildi!

Cevap vermedi. O sırada farkında değildim ama cevap vermeyecekti zaten. Haha. 
Haldun Taner Sahnesi'nin önündeydik. Kadıköy'ün karnı deşilmiş gibiydi. Gözüm ister istemez trafik ışıklarına gitti. Gazete standı. İlk buluşma. Nefret ediyorum. Halbuki bir süre uğramam sanıyordum. Yani uğramayayım da geçmişin hayaletleri ışıklardan karşıya geçip gazete standına gelmesin.

-Onca el tutmalar, onca gözlere bakmalar, söylememe rağmen bir yığın şeyi hatırlamalar, tüm o sarılışlar, öpüşmeler! KKR, belki anlatabiliriz, belki düzelir, düzelemez mi? Belki sadece sinirli olduğu için öyle söyledi, belki hala bir umut...

Hayır, umut falan yoktu.Ve o an için KKR'nin bana bunu anlatmasına imkan da yoktu.

Hala arabalara yeşil yanıyordu ama büyük bir kalabalık halinde karşıya geçtik. Bir Kadıköy klasiği. Arabalara 3 sn daha yeşil yanacak olmasının yayalar için hiçbir önemi yok. Sadece bizim Kadıköy'ün derinliklerine ne kadar hızlı varacak olmamız önemli. Hepimizin çok önemli işleri var. Zaten bir iş sadece Kadıköy'de olduğu için bile önemlidir! Önemli olmasa neden Kadıköy'ü seçelim o işi yapmak için! O yüzden biz yayalar geçmek zorundayız, siz arabalar, zaten Kadıköy'ü terketmek durumunda olan siz lanetli ruhlar, bekleyin ve Kadıköy'deki son anlarınızın keyfini çıkarın!

Yapı Kredi'nin binasının önünden, yaani Bambi'nin arkasından, Ermeni Kilisesi'nin önüne ve oradan yine alışkın hareketlerle, İngilizce kursu kampanyalarını ve dersane gençliği kalabalığını yararak Akmar'ın oraya aktık. KKR hala tek kelime etmemişti.

-Onu geri istiyorum ben! Ama geri istemiyorum da bir yandan. Beni anlamıyor. Anlamak da istemiyor. Çok basit biliyorum, gayet basit işte ama çok acıtıyor şu an ve ne yapacağımı bilmiyorum gerçekten. Tamam peki, vazgeçtim, Aylak Adam'ı falan tavsiye etme, olur da Kadıköy'e gelirse. Ve hayır, istediğimiz şeyleri hayatın istediğimiz anlarda sunmaması olayını da sktiret, bunu anlayacak kadar zeki olması lazımdı -onu bu yüzden sevmemiş miydim-, aptal değil ki bu adam! Olayın abecesi ile uğraşmıyor olmamız lazımdı, bunlar benim dikkat etmem  gereken lanet işaretler değil mi, geri dönse ne olacak, bu aptallıkları yapmış bir adamla hangi noktaya gidebiliriz? Gidemeyiz de ben, lanet olsun, çok üzgünüm ve üstelik benim suçum bile değil! Benim tek yaptığım, lanet poğaçalar ve aldığım dev yastıklar ve düşündüğüm lanet arjantin bardakları ve onunla buluşacağım diye hastalığımı sittiredip yediğim on iğne!

-Bunların hiçbirinin onunla bir alakası yok aslında... sadece dikkat etmedin.
-Biliyorum!!! Biliyorum, lanet, hepsi benim işlerimdi, dikkat etmemek de olayın eğlencesiydi zaten, bi' de şimdi tekrar eğlenenmem de ben, ya ben de canavara dönüşürsem?! Hım? Bunu mu istiyoruz, peki, bu arada sonuç şöyle; canavara falan dönüşmeyeceğim!
-Eyvallah. Bu, tamamen senin kararın ve ben de bu nedenle seni seviyorum.

Çok sonra anlayacaktım ki, aslında o gün, çılgın çağrıma cevap verip beni yürürken yalnız bırakmamasının nedeni de buydu. Çünkü; iyi çocuklar şirinleri, iyi insanlar şehir ruhlarını görebilirdi. --bırakkkkk-- --yazdığımdan tiksinmek-- --ama silmemek de---

Bahariye'ye doğru sessizce tırmandık. Kadife Sokak'ın çıkışına gelmeden birkaç dakika önce, kafenin birine girdik ve Kadıköy'deki bildiğim en şirin balkona çıktık. İki çay ısmarladım. Ben ısmarlıyordum çünkü ben haksızdım, o haklıydı.

-Doğru, bütün bu sayılar ve mızmızlanmalar, hepsi yalan. Duygusal bir hatunun handikapları ya da insanlık belirtileri, artık nasıl tanımlamak  istersen...
-Handikapları tercih edeceğim canım.
-Hiç aşktan, sevgiden anlamıyorsun değil mi?
-Eğer senin hikayende varolsaydı, anlamaya çalışırdık...

Yoo, acımasız değildi. Hatta bayağı eğleniyordu. Günün tatlısı bendim ve afiyetle yemesinde bir sakınca yoktu. O, bu yüzden şehir ruhuydu ya da şehir ruhu olduğu için böyleydi ya da yaşadığım şehir aşağı yukarı bundan ibaretti ve biz her gün bu tanımlamaya çalışırken boşa zaman harcadığımız durumla karşı karşıya kalıyorduk. Cevap aramaktan yorulduğumuzda kendi cevaplarımızı oynatmaya başlıyorduk ama o cevapların da bir kullanım süresi vardı; insan yapımı her şeyde olduğu gibi,  kendi cevaplarımız da eskiyor, doldurmaya çalıştığı boşluk genişliyor, miladı doluyor ve bozuluyordu. Bozulunca zehirlemeye başlıyordu belki. Sonra yeni cevaplar... yeni yalanlar... yeni sistemler... yeni gerzeklikler... Tutunmadığım sürece bir anlamı olmayan her şey. Tutunsam da bir süre sonra anlamsız gelmeye başlayan bir şey de olabilir.

-Pekala, sonuç olarak n'apıyoruz, dedim üçüncü çay gelmişti.
-Hah, nihayet aradığım kız geldi, dedi, sen şimdi beni dinliyorsun.

-Bir; kalbinin gürültüsü, kafanın boşluğu, kafanın gürültüsü, kalbinin boşluğu; sadece kafan boş ve kalbin gürültü yapıyor, hepsi bu, dedi, tekrarlamam gereken kurallardan biri buydu. Genelde böyle olur, seslerden birini kısarız ve o ses varlığımızı terkeder, zamanla geri dönebilir, genel geçer bir kural olmamakla birlikte zaman zaman durumu açıklar, senin için anlamını kaybedene kadar kullan.
-Bir şey ifade etmiyor.
-Farketmez, aklında tutmaya çalış, iki; aslında sen de biliyorsun, içten içe biliyorsun ki, kimseyi geri istediğin falan yok. Var mı? Ama ciddi cevap vermen lazım. Yok. Yok işte. Bilemiyorum, o zaman seni sevenleri düşünmen lazım sanırım, varlığınla mutlu olan birileri vardır illa ki, bir süre, fırtına geçene kadar ya da sen durumu çözene kadar, çözemeyebilirsin de, garanti vermiyorum, şehir acaip en nihayetinde ama değecek birine iyilik yap bari. Madem melekliğin tuttu amk. git çocuk besle, hayvan edin, nedir derdiniz kendinizle bu kadar, ey insanoğlu! Bazılarınızın da derdi hakikaten bu, çogacaib, kendinizi sktiredin artık, niye öyle yaptıysanız yaptınız, hakikaten tüm dünyanın neden bir skik olduğunuzu merak ettiğine inanıyor musunuz amk! the truth is out there!!!
-Bilmediğim şeyler değil.
-Madem biliyorsun, niye benim kafamı skiyorsun ki?! Yine farketmez, üç; kafan boşsa, kafanı doldurman lazım demek ki, git ülkeyi kurtar ya da para kazan ne bileyim, manasız başarılar elde et. Bunu da yaptık, de. Poligonda atış talimi mi olur, kısa film mi olur, Prag mı olur, devasa bir roman mı olur; esasen biz burada sadece senin vereceğin emirleri bekliyoruz sayın komtanım.
-Peki.
-Ama anlıyor musun??? Bunlar basit adımlar, zaten biliyordun, unuttun, şimdi hatırla, tekrar et! Ki, tekrar etmen lazım, bütün gün seninle aylak aylak dolaşamam, özümde aylak adamın teki olsam da gerçekten yapacak işterim var bebek, üzgünüm, o yüzden bunlar tekrar edilecek, başlıyoruz, bir; kalbinin gürültüsü...
-Ciddi olamazsın.
-Çok ciddiyim, çağırdın, geldim, seni dinledim ve işte çözüm; basit adımlar! Tekrarlıyoruz!
-Ama?!
-Tekrar!! 

Kalktık.
Ben tekrarlamaya başladım.
Moda'nın dehlizlerinden Bahariye'nin bittiği noktaya çıktık. Oradan Boğa'ya inecek, tam karşıki sokaklardan birinden Yeldeğirmeni'ne varıp mahallenin rüzgarlarına kendimizi verecektik. Oradan köhne meyhanelerin buluduğu sokaklara doğru sallanıp, o mekanların bir iki sokak ötesinde yolculuğumuzu tamamlayacaktık. Tüm bu tur boyunca söylediklerini tekrarladım. İtiraz ettim, kendi gerçekliğime döndüm, beni pataklayarak geri çekti, sustu, güldü, arada bi kayboldu, sonra geri döndü. Balon aldı, patlattık. Güldüm. Sonra yine sinirlerim bozuldu. Mısır aldı. Yemeyip sokak çocuklarına verdik. Yeldeğirmeni'nde sokak çocuğu var, evet.
Güneş açmıştı. 
Yine de iyi hissetmiyordum.

Geldiğim deliğe E-5'ten geri dönecektim ve minibüsler bizi bekliyordu.
-Ama tabi, bilmen lazım ki, burada başka bir şey oluyor, bu sadece birinin gitmesiyle alakalı değil, sen başka bir şeyin peşindesin ve bu acı verecek. Hep öyledir zaten, kaybolduğunuzda olan budur, artık yolunu bulman lazım.
-Çözmüşüz gibi gelmiyor.
-Tekrarla! Bir; kalbinin boşluğu, kafanın gürültüsü...

Bir şeyi hatırlamaya ihtiyacım yoktu, bir buçuk saat Kadıköy'de yürümüştük ve bana bitmiş gibi gelmiyordu. Planım, eve gidip içmeye başlamak ve ertesi gün erkenden uyanıp, içebilecek duruma gelip içmeye devam etmek şeklindeydi hala. KKR bile yaralarımı saramamıştı.
O an öyle sanmıştım.

Pembe Fil'den aşağı minibüs kendini bıraktı. E-5 en seksi haliye önümüzde uzanıyordu. KKR, Kozyatağı'nda yokolacaktı ve hala bana söylediklerini tekrarlatıyordu. Ki hiçbir dediğine inanmıyordum. Yaram derindi, hava güzeldi ve istesem bir buçuk saat daha yürüyebilirdim ama KKR ortalıktan kaybolacağına üzülüyordum.

-Sanmıyorum ama onun ilki miydim?
-Buu tip özel sorulara hiçbir şekilde cevap vermiyoruz sayın bayan.
-Bekaret meselesini sallıyor mu peki?
-Beelki de bir falcıya gitmeniz lazımdır.
-Peki o son gece saat 12'den sonra gelen o tuhaf mesaj ne olacak? Hakikaten o mu yazdı, KKR, bana bak!
-Bilmiyorum. Sen de bilme. Bilmek istemiyordun aslında ya, öyle devam et.

İstese bilebilirdi. Şehir ruhu olmanın güzelliği buydu, varlığının temelinde bizim mutlulularımız, acılarınmız, düşlerimiz ve tüm hikayelerimizin yatıyordu ve doğanın oluşturduğu en acaip yaratıktı; elbette ne olduğunu biliyordu!

-Fakat aradığın cevabın bunlarla bir alakası yok, bunlar sadece gereksiz ayrıntılar. Gerçek, senin sadece söylemekten korktuğun şey. Ve, evet, söylediğinde acıtacak.

Kozyatağı'na yaklaşıyorduk. Elimi tuttu. Gözleri kahverengiydi şimdi. Evet, kahverengini tercih ederdim ama Kadıköy'de deniz vardı. İlla ki KKR'nin gözleri maviydi. Beni mutlu etmek için yalan söylüyordu. Bir şey söyleyecekmiş gibi bana doğru yaklaştı, enfes kokuyordu. Aslında o an, keşke kalmaya devam etse, diye düşündüm, onunla iyiydim evet, biraz daha kalsındı.
-En azından Bostancı Prenses'e kadar!
-Geldik bebeğim.
-Görüşür müyüz?
-Aslında ne kadar az görüşürsek o kadar iyi.

İndi. Minibüs tam Kozyatağı köprüsünün altında durmuştu, köprünün ayağının arkasına kadar izleyebildim, muhtemelen oralarda bir yerde yokoldu.

-En azından tekrarla, diye seslendi içimden bir ses. Acı verecek ama boşver. Boşver sadece.

Neredeyse korkunç geçen bir haftadan sonra, yine bir cumartesi günü, bir önceki hafta onu çağırdığım saatte, otobüsten yine aynı yerde indim. Bu sefer Yeldeğirmeni-Boğa-Bahariye-Moda-Çarşı güzergahını kafamda kurgulamıştım. Soru sormak falan yoktu. Düşünmeyecektim bile. Hangi sokağın nereye çıkabileceğini hesaplamadan otomatik pilotta uçacaktım.

-Neyse ki hava güzel, dedi. Arada sırada böyle kendiliğinden belirdiği de olurdu. İyi görünüyordu.
-Beni merak ettin, biliyorum.
-Ben merak etmem.

Ki etmezdi, evet.
-Bugün tekbaşınayım.
-Fakat güzergahı beğendim.
-Görüşürüz!
-Vaov, birileri öğreniyor.

Öğrenmesem daha iyiydi gerçi. Böyle öğrenmek istemezdim. Belki hiç öğrenmemiş olmayı ve öğrenmemi gerektirecek bir durumda hiçbir zaman olmamayı tercih ederdim. Güç iyidir, bilmek iyidir, tecrübe iyidir; böylesi kötüydü amk. Bu kadar bilgelikle ben tam olarak ne halt yiyeceğim? 

Ama işte; hayat.

Lö Petit Notte:
-Bu aslında 3. şehir ruhu hikayesi. İkincisi korkunç bir yapım aşamasındayken ilki belki buralarda bir yerlerdedir ama esasen efsanevi ilk bloğumun eşsiz bir yayınıydı.
-Hikayenin gerçek kişi, kurum ve kuruluşlarla bir alakası elbette yoktur. Fakat bazı tesadüfler neden olmasın ama?

26 Ağustos 2011

Sevgi Kelebeği

-Eleleler.
-Benim bile yok böyle biriyle elele resmim.
-Güllerle bile resmim yok.
-Ki gülleri de çok severim.
-Kocaeli'nde Elele Polis Merkezi var.
-Kocaeli'nde ne yok ki zaten!

-İzlediğim  bloglardan biri daha kısmen yayını kesmiş. Arada sırada açıp baktığım tek blogtu. Skicem.Çok da Skimde, normalde Sürüden Ayrılan Koyun'un, sevdiği pozisyonları detaylarıyla anlattığı ve netten bulduğu güzel hatunları osbir malzemesi diye paylaştığı şahane bi blogtu. Bi ara yazar aldı, sonra yazarları uçtu mu gitti mi nebliym. Hayır bu giden-uçan yazarlardan biri değilim, ha-ha. Neyse, hatta şunu da paylaşmam lazım; bu ekşi'deki ug tek'in kendi bloğunda yaptığı ve bi adam çıksa kızlara resim yollayın dese hayyatta yollamazlar diye ortam eleştirisi yaptığı olayı Koyun, ug tek'ten biraz daha önce bloğunda yapmaya başlamıştı. Evet, hatunlar Koyun'a yayınlasın diye fotoğraf gönderiyorlar giiibiii bir durum vardı-hala var aslında. 

O olay nasıl başladı tam bilmiyorum. Kızın biri Koyun'un hikayelere dayanamayıp kendiliğinden mi gönderdi yoksaaa Koyun bi yazısında, kendinize güveniyorsanız yollayın mı dedi, çok sıkı takipçisi değildim, kaçırmışım.

Neyse, Koyun askere gitti, aslında daha önce yazmak istediğim ama sonra Koyun öyle yaptıysa bana bok yemek düşer deyip boşverdiğim bir şey geldi başına. Travmatik bi olaydı aslında, atlatır diye umuyordum ama bugün gördüm ki Koyun tüm yazılarını silmiş. Blogta sadece hatun bacakları var şimdi. --koşun--

Yani tamam hatun bacakları olsun, bi şe demiyorum, esasen hatun bacağı severim. Ya da sevmem bilemiyorum, duruma göre değişiyor. 

Da şeyi farkettim; blogları öyle bir hevesle açıyoruz, paylaşıyoruz, birileri yazdıklarımızı seviyor, sonra çok sevilirsek geyiğine başladığımız blog bir anda değerleniyor, değerlenince de kişiselleşiyor aslında. Kişiselleşince de, yaşanan ufak bir olayda esasen başka bir şeye karşı verilen tepki sonucu kendi yaratımızı ortadan kaldırmaya kadar gidebiliyoruz. Kaç tane böyle yanan blog gördüm.

Yabmayın olm. 

Da bu sefer hakikaten üzüldüm. Şöyle biline ki Çok Da Skimde, sadece kadın bedeninden ibaret bir blog değildi!! -öyle de dert edindim- Koyun çok eğlenceli bir herifti -hala da öyle- ve takipçileri onu okumayı seviyordu. Bir şey oldu, -tamam baya kötü bir şey oldu- ve kafası attı -gerçekten fena attı- ve beeelki Palahniuk'un Tıkanma'da vardığı yargıya vardı; hayatta hiçbir şey seksten daha önemli değildir! Gene geçen gün biri bi yerde paylaşmış, aha işte yine demiş usta;

"For sure, even the worst blow job is better than, say, sniffing the best rose . . . watching the greatest sunset. Hearing children laugh"

Yani işte, tamamen kendi dingil algılamam, Koyun öyle bir noktaya vardı galiba, öyle ki açıklama yapmaya bile gerek duymadan yazdığı her şeyi blogtan kaldırdı ve geriye sadece kadınları bıraktı... ya da belki ben olayları dramatikleştirmeye bayılıyorumdur...

Halbuki ben Koyun'un ilk blog girisini de hatırlıyorum. Gerçi en başından beri takip etmiyordum ama merak edip en başa dönmüştüm. Galiba blogger'ın sistem bayağı sağlammış ve kaydettiğimiz bilgiler kaybolmayacakmışmış --kafam mı güzeldi okurken acaba-- ; o zaman biz de bir şeyler bırakalım, tipi bir yazıydı. Yanlış da hatırlıyor olabilirm ama sanki böyle bir şeydi, ya neyse, en nihayetinde adamın amacı bir şeyler bırakmaktı geleceğe...

... ve olay, bacaklarım nasıl, diye yazan hatunlarla sonuçlandı. -Tarzan, anlamakta zorlanıyorsun biliyorum ama it is da best!!-

Aslında iyi sonuçlanmış, değil mi ama, kimse zaten uzun yazıları okumuyor??

-Benim de erkek arkadaşıma çok da skimde'yi okutup , yaaaaaaaaaani acaba mı, diye yanaşma hayallerim vardı bi de...
-Bloglarınızı katletmeyiniz!
-Özellikle dişiler çok yapıyor bunu.
-Romantiğim n'apiym. Ben de lisedeyken bir şeye kızıp günlüğümü parçalamıştım ve tamamen okunamayacak hale getirmek bayağı vaktimi almıştı. Ve sonra pişman olmuştum. Kimsenin skinde olmayacağını biliyorum tabi ama kendi tarihimi yakmıştım en nihayetinde. Belki benden geriye hakikaten kayda değer bir şey kalmayacak ya da kalanlardan hiçbir zaman memnun olmayacağım ama yine de yaptığım şeyi yoketmem bana hala kabuledilebilir gelmiyor. Öyle ki yazdığım saçmalıkların bile kalmasından yanayım. Bilemiyorum, öyle barışığım kendimle demek. Ya da yoketmeyeceğimi bildiğim için kısmen dikkatli davranıyorumdur bir şey yaparken. Falan. Yoo öyle de değil, tamam gerçi herkesin benim gibi davranmasını beklemiyorum ama ne zaman birini böyle kendi yazdıklarını bir hışımla silerken gördüğümde, üzülüyorum, biri kendine ve aslında hepimize dair olan  ve aslında hepimizi geleceğe iletecek verileri yokediyor, aslında hepimiz ölüyormuşuz gibi hissediyorum. O, entrileri silip sözlüğü terketme olayına da bu yüzden karşıyım. Bi yazar demişti -hep unutuyorum kim olduğunu- okunduktan sonra roman artık yazarına ait olmaz. Entriler de öyleydi benim için; biri oylayıp sevdiyse ve bilgilendiyse artık entri sözlüğe ve okura da aittir. Enrinizi silince o çok sevdiğiniz sözlüğü de siliyorsunuz aslında... gibi.
-Bazı kişisel hezeyanlar. 
-Hayır siz silince, daha saçma bulduğunuz/bulduğumuz yaşam formunun entrileri yaşayacak??!
-Banane! -çoğu zaman çok sinirli oluyorlar- -çoğu zaman da en sevilenler oluyorlar-
-Bilemiyorum. 
-Silme hakkını elbette tanıyorum ama seveniniz varsa, yakmadan önce bir daha düşünün istiyorum sadece, seviliyorsanız artık yazdıklarınızın tamamen sizin olmaması gibi bir durum var bence. Sizin kendi ruhunuzla kapışmanız, yaratınızı yoketmenizin nedeni olmamalı. O zaman ne yapmalı onu d bilmiyorum ama sevmiyorum bunu amk.
-Saygılar...

8 Ağustos 2011

Merhaba, ben sistem, bugün nasılım cnm???

Doğum
Çocukluk
İlkokul
Lise
Sistem zaten sizi buraya otomatik getiriyor*
Duruma göre üniversite
Sistem zaten sizi buraya otomatik getiriyor*
Duruma göre yüksek lisans
Duruma göre askerlik
Duruma göre iş
Duruma göre evlilik
Duruma göre çocuk
Duruma göre ev-iş-çocuklar
Duruma göre boşanmalar
Duruma göre ev-iş-araba sahibi olunması

Ne diyorum; zaten doğduğumuz günden itibaren sistem bizi otomatik bir yere yönlendiriyor.(*) Mezuniyetten sonra duruma göre bir iş sahibi olursun ve bir düzenden çıkıp yeni bir düzene girersin ve o düzende gidersin ve o arada toplumun sana yüklediği ödevleri yerine getirirsin veya getirmezsin. Bu vakalar, zaten sistemin seni otomatik getirdiği yerlerdir. Burada bir başarı yok. Kısmen yok. Kazasız belasız bir aşamaya gelmek, belki bir başarı olabilir. Bir sonraki aşamaya gelinmiş sonuç olarak, pek çok insan o aşamaya da gelemiyor! -bırakk- Bu bir değişken halbuki ve ben bu değişkeni birazdan sıfır alacağım.

Bundan üç-dört ay önceydi, bir asker arkadaşımla; yani askerliği meslek edinmiş bir arkadaşımla, henüz genç yaşta, dünyayı-insanları keşfedemeden, sistemin bizi getirdiği otomatik noktalardan birinde sanki trenden inip bir başka trene binip bir başka otomatik hayata devam etmenin ne kadar doğru olduğunu tartışmıştık. Muhabbet anında, bu durum kulağa hoş gelmiyordu. O sıralarda varolan ve hala devam eden işsizliğim ve hedefsizliğim nedeniyle düşüne düşüne aslında bu eleştiriyi zaten yapmıştım; "başlarım sisteminize, uymuyorum amk!" Ki haklı nedenlerim vardı; en azından birinin -ki bu hikayede o biri bizzat kendim oluyorum- beni sakinleştirmesi gerekiyordu. Varolduğum noktayı, en azından birazcık anlamdırmalıydım. Bir sonraki aşama için - hangi aşama? - biraz morale ihtiyacım vardı ve ancak ve ancak kendimi haklı ve özgün kılarak o morale erişebileceğime dair mantıklı ama zannediyorum haksız bir düşünceye kapılmıştım.

Ne güzel o tuhaf ve beni özgür kılan düşüncedeyken asker olan arkadaşın zart diye muhabbeti; hayatı keşfedemeden yeni bir sisteme girip, o sistemin hayatımızı şekillendirmesine izin vermek tartışmasına getirmesi çok hoşuma gitmişti. Ama mutluluğum uzun sürmedi. Aradan bir on-onbeş gün geçti. Ben hala aynı derecede kayıpken arkadaşım; en başlarda bir yerde sıfır aldığım değişkeni hesaba katıp, başkaları onu da yapamadı yeea, şeklinde bir değerlendirme sürecini işletip halinden memnun olma noktasına gelmişti. 

Güçlü bir sisteme dahil olursanız (memuriyet olur, kökleri arzın merkezine inmiş kurumsal bir şirkette sağlıklı bir pozisyon olur, altın bilezik kategorisindeki mesleklerden biri olur) zaten sistem eninde sonunda sizi ruhen de ele geçirecektir. Geçirsindir de zaten! Maaşın güzel, olanaklar muhteşem,daha ne istiyorsun, diye sorarlar adama. Soruyorlar da zaten. Sırayı bozmayalım, bekleme yapmayalım, akışa itaat edelim... Mantıklı, sıcak, dertsiz.

Hem sonra düzen iyidir, değil mi sevgili arılar??

İtü'de bi yere; mutlu insan, mutlu olmaya devam etmelidir ki mutsuz olup başımıza bela olmasın, diye yazmıştım aynı dönemde.  Bunu, bundan 10 yıl sonra -neden 10 yıl?-,  mutluluğunu kıskandığım arkadaşlarıma karşı geliştirdiğim ultra-mega ruhi savunma kalkanı olarak da yorumlayacağım! Ama şu an, rezalet sonuçlarına rağmen düzenin gerekliliğine yoruyorum ve  şu an için bulunduğum konumdaki  haklılığıma gönülden inanıyorum. Netekimmm, bence hiç bir yönetim şekli, o kadar mutsuz insanla başa çıkamaz. Olayın sadece psikolojisi bile bizi bitirir. Mutsuz güruh! Memnuniyetsiz güruh! Muhtemelen istediğimiz bu değil.

Yani en nihayetinde, sistemin kendisini zaaaten getirdiği yerle gayet mutlu olabilen insanın olayını haklı buldum. Kıskançlığıma karşı bir savunma --gidin mutlu olun tamam mı, olun mutlu falan, başarılı olun, her şey olun, evet-- ya da; "kişinin mutsuz olmasındansa sistem dahilinde akışta takılması hepimiz için iyidir" i canı gönülden kabul etmekten oldu bu, bilemiyorum. Bunu dediğime göre,  bu durumda sistemi de kabul etmiş oluyorum; çoğunluğu mutlu etsin diye. Ve bu durumda, elit-bohem-marjinal azınlığın "farklı olma" çağrılarını gereksiz bulmuş oluyorum, haliyle. Farklılaşırlarsa; sistem dışı olurlar ve sistem dışında nefes alamayacaklarından dolayı mutsuz ve haliyle bela olurlar, diye işlem yürütmüş de oldum.

O yüzden dışarda olmanın ne derece cesurca bir hareket olduğunu anladım ya da asıl başarının çember dışında nefes alabilmek olduğuna da vardım. Koruyucu ve kollayıcı sıcaklığı ile sistem, kendi içinde bir yerlerde olanlara değil de aslında, dışarıda olana büyük eziyet çektirdiğini de tabi...

Bir de "başkaları bunu bile yapamıyooore" etkenini sıfır alacaktık. Bunu niye yapıyoruz, çünkü başkalarının ne durumda olduğu bizi ilgilendirmiyor ve bu bir yanılgı. Çünkü sistemde birilerinden daha iyi durumda olmam, her zaman başarılı olduğumu göstermez. Bu nedenlerden dolayı, zaman zaman başkalarının durumu etkenini sıfır almak lazımdır! Ben onu sıfır alınca; her durumda başarısız oluyorum, haha! Sisteme dahil olmayı o kadar da istemiyorum (belki zaten sistemin içinde işlerin o kadar da iyi gitmemesindennn) ama belli ki dışında da nefes alamıyorum (olağanüstü yetenekli bir bohem de olamamak). Yani; kabul et Tarzan, Tarzan sen kocaman bir skiksin canım!

Peki asıl başarı nedir?
-Bulunduğun noktadan hakikaten keyif almak. Rol yapmadan. Evet bulunduğum sistemin adamıyım ve işimi güzel yapıyorum ve çok mutluyum.

O zaman kendi sisteminin kollarına kendini bırakan arkadaşım sonuna kadar haklı oluyor.
O zaman ben de afiyetle yeniliyorum.

Sistemlerinn gel cnm, gel bebeğim, demesi...

Tabi bu yazıda sistemden kasıt; zaman zaman genel hayat düzenimiz, zaman zaman dahili bulunduğumuz sektör, zaman zaman bize yutturulan şey, zaman zaman artık ne anladıysanız...

Neyse, hala vaktim varken, belirsizlik sularında biraz daha yatayım diyorum. Valla. Göz kırpan sistemin o gözlerine de, suda ayak çırpma münasebeti ile su kaçıriym bence... Şıfıtı şıfıtı şıfıtı!

Sedef Adası'na gittik arkadaşlarla. Su çok güzeldi.

26 Temmuz 2011

Save The Damn Planet!


güldüm sabah sabah.
bilemiyorum çok mantıklı geldi.
şurdan

1 Temmuz 2011

Ooooeh radyo kafası...

-Oha, bira.fm'den çıkamıyorum lan! Son on senedir herhalde, radyoda orada burda çalınca, ya şu bi dursun da dinleyelim dediğim şarkıların hepsi mi çalar? Çok kafa dengim adamlar topladı listeyi herhalde.
-Radyo dinlemeyi de özlemişim herhalde, gözlerimde yaşlarla yazıyorum; ahaha...
-Bildiğim, sevdiğim şeyleri dinlemeyi özlemişim herhalde, işe yakın bi yere taşınınca yolda radyo dinlemeyi kesmiştim aşayı yukarı bir yıldır sanıyorum; acıkmışım lan.
-Oh!
-Bitmeyecek bu aşk!
-Arada Türkçe  de çalıyor, dün akşam bildiğin kalktım oynadım falan.
-Kendimi Kadıköy'e adamaya karar verdim. Şişşşt! İlgili merciler! Alo! Nerdesiniz olm?
-Şey istiyorum, Cheers'taki gibi, bi bara girersin, tanırlar ya, beni Kadıköy'deki kafeler ve barlar tanıyabilsinler bence, buna olumlu yaklaşıyorum, hayatımı böyle harcamak istiyorum bence ben. Bu cümleden sonra, "bilmiyorum" demem lazım tabi. Bilmiyorum! İşte şimdi oldu. Bir YT  saçmalığı daha tamamlandı. Bilmiyorum, demeden tamamlanmıyormuş çünkü.
-Arada kızların peşine takılıyorum.
-Hayır, ben öyle bir şey demedim.
-Oldu; shakes and fidget oynuyorum demiştim ya, hatta demiştim ki; kimseyle konuşmayacağım, 14 yaşındaki insanlarla oynuyor olmak hüzün verici vs vs... Şimdi ben bi klana dahildim tamam mı, bence geçin siz bundan sonrasını, neyse klandaki oyuncular klan hareketsizleşince birer birer gitmişlerdi, sonra ben de bikaç ay oynamayı kesmiştim, sonra geri dönünce klan baktım boş, ben de ele geçirdim ahaha... Komik değil biliyorum ama benim için bi olaydı, onca oyuncunun altını emeği bilmem nesi vardı o klanda. İki gün sonra klanın kurucu oyuncusu oyuna geri döndü, n'aptın yea klanıma yaptı, konuştuk falan, inci yazarı bir piç olduğu çok belliydi, ben de bir böyle yakınlık hissettim ve geri verdim klanı ve muhabbet ettik evet. Kesin liseli. O kadar liseli ki niki internette arayıp buraya ulaşamaz bence, di mi lan xNeoNx???!!! ya da Legolas???!! Birden fazla hesabı var ve hepsini 40'lı seviyelere getirmiş adam yememiş içmemiş oynamış herhalde...
-Ekşicisin di mi dedi bi de.
-Skicem ama ha!
-Neyse eved.
-Gökhan Kırdar-Fayton, sevgiler, saygılar canlarım... kartoplarım... acıktım tuşu.

24 Haziran 2011

22 Haziran 2011

Konsa çıkmak!

-Şu sıralar kafa dağıtmak için yapmayı düşündüğüm iş.
-Gerçi her masaya gitmiyorum ... yani her çağırana gitmiyorum... yani her arayana gitmiyorum anlamında. Ama herkese istisnasız, tamam yea ben seni ararım diyorum.
-Napiym lan kafam çok bozuk /tu. Yoo değildi aslında ya da öyleydi ne farkeder, sonuç olarak insanları içki masasında eğlendirmek dışında bir şey yaptım mı; hayır! Skicem, sonunda, şahane bir, konsomatrissss, oldum :)-ööeh-
-Congratz to Yavru Tarzan.
-Sevgilim, hea evet, bi sn... laan!
-Dün Ekşi Sözlük yıkıldı, yazmıştım ssg açıklama yapıp bi bölümünü toparladı sanırım. O değil de efendisiz'in tüm entrileri silip gitmesi?
-Şimdi, geçen günlerden birinde Vesikalı Yarim'i izledim; beklediğimden daha güzel çıktı lan. Şoray'ın replikleri bana hiç fena gelmedi. Konsomatris rolünde olması benim bazı konulardaki davranışlarımı etkilemiş olabilir. Çocuklara izletmeyin arkadaşım şöyle filmleri; bakın sonuç nasıl oluyor!
-Anne ben büyüyünce konsomatris olcam?!
-Yakışır.
-Filmin sonu da fenaydı. Kendimi Halil'e saydırırken buldum. Sevmişti olm o kız seni! Hayır o değil de madem bu boku yiyecektin, hatunu niye bıçakladın anlamıyorum ki? Hasta mısınız?
-1965 model Türk erkeği handikapları...  Hepsi benim olacak! 46 senede bir gıdım değişiklik yok.
-Makul.
-Şimdi, ben onu, çılgınlar gibi olmasa da ya da eski şiddetinde olmasa da, dostça da olsa seveceğimi farkettim. Havanın güzel olmasından ya da ani bir kararla gecenin bi vakti şarap içmeye Kartal'a gitmiş olmamın verdiği günübirlik keyiften ya da boş şirketten ya da patronun tatilde olmasından ya da onu unutmak için bir yıldır çevirdiğim dalaverelerin patlamasından ya da Kadıköy'deki eşcinsel falcının kehanetlerinin acaip bir şekilde çıkmasından ya da bugün yine mini eteh giymiş olmamdan ya da aklın&zekanın kötü olayların üstesinden gelebileceğine olan inancımın tekrar pekişmesinden ya da ılık rüzgardan ya da hacı sakalından ya da piknikte bira içiyor olmasından ya da birayı benim kadar seviyor olmasından ya da benim aptal esprilerime bile gülüyor olmasından ya da bana gülüyor olmasından ya da ateşin acıtmıyor olmasından ya da benim artık ve en nihayetinde büyümüş olmamdan ya da kafam kısmen düzeldiği için yeniden acıkıyor olmamdan ya da siyah-beyaz türk filmlerini keşfetmiş olmanın verdiği mutluluktan ya da uyuşukluğun gitmiş olmasından ya da  boşluktan ya da belki artık boşluğunun acıtmamasından ya da boşluğumun acıtmamasından ya da artık ne/kim olduğumu kabullenmeyi ya da %80 kabullenmeyi başarmamdan ya da korkularımı tanımlamış olmamdan dolayı bünyemde oluşan serinliğin tuhaf etkisiyle sapıtmış olabilirim. Bu netlikte sapıtmamış olmam lazımdı halbuki. Mevzu bu değil. Mevzu, bu netliğe rağmen seviyor olmam. Belki oğlummuş gibi seviyor olmam. Konuşmayacak olmama rağmen seviyor olmam. Tamam ben seni ararım, deyip en kaşar konsmuşçasına masasını terkederken yine seviyor olmam. Başkasını seviyorken bile küçük bir parçamın hala onu eski bir dostmuşçasına seviyor olması. 
-Ama olayın bende bitmesi. Buna rağmen bitmesi. Her zaman sevecek olmama rağmen bitmesi. Büyük aşk ama acıtmıyor. Yok, ama çok seviyorum ama acı yok. Acıtmıyor sevdan demişti Yaşar, hım, şimdi anladım galeba.
-İşte bu, çok güzel bir şey. 
-Sevgilerimle...

20 Haziran 2011

Şiirlerimi alan orospuya!

kimisi uzak tutmamızı söyler kişisel pişmanlığı
şiirden,
soyut takılmamızı, bunda biraz mantık var,
ama allah aşkına;
oniki şiirim gitmiş ve kopyaları yok!
ve resimlerim de
sende, en iyileri; canilik bu;
ezip yok etmeye mi çalışıyorsun beni, diğerleri gibi?
paramı niye almadın? genelde alırlar...
köşede hasta uyuyan sarhoşun ceplerinden.
bir dahaki sefere kolumu al ya da bir ellilik
ama şiirlerimi alma;
ben shakespeare değilim
ama bir zaman gelecek ki
artık şiir çıkmayacak, soyut ya da değil;
para her zaman varolacak ve orospular ve sarhoşlar
ta ki son bombaya kadar,
ama tanrının dediği gibi,
bacak bacak üstüne atarken,
anlıyorum nasıl olup da bir sürü şair yaratıp
bir o kadar şiir
yaratmadığımı.

Charles Bukowski

13 Haziran 2011

Çorba da pişti tuz ister, ana benim canım kız ister

Aferin evladım.

Komşunun Tavuğu - 1965 - Radyo reklamında geçen laf bu.

16 Mayıs 2011

Porno yoksa üç çocuk da yok!

- N'aber lan mallar?
- Bu arada yüründü;







- Sadece 4. resim bana ait, geri kalanını oradan buradan topladım.
- Bizim neslin yaptığı en büyük, en güzel iş; sözlük. Bir boş zaman değerlendirgeci, bir kutsal bilgi kaynağı, bir ortam aracı ve şimdi de bir neslin örgütlenme merkezi! Bu resimlerde görünen tamamen biziz, bizim neslin resmi, sesi, rengi, hali, hareketi, her şeyi... O yüzden tutturuyorum zaten; buna sahip çıkmalıyız, bunu korumalıyız; bunu her türlü dökümanla kaydetmeliyiz, kanıtlamalıyız, belgelendirmeliyiz, abartıyorum gibi geliyor ama bu tarih! 80-90 nesli deyince bu gelecek akla çünkü, biz internet nesliyiz, biz sözlük nesliyiz! Bu kalabalık da bizim olayımız...
-... oldu tabi vö dönemin dünyadaki yansımalarında da benzer durumlar yaşanıyor  bir bakıma, misal; İran ve Mısır'da muhaliflerin facebook-twitter ortamları üzerinden örgütlenmiş olmaları buna basit bir örnek. 

- O yüzden kendi  sanal mekanlarınızda bu olayın varlığını  tekrarlayın, milyonuncuya da olsa yazın, bu olaya işaret edin, bu gibi olaylara sahip çıkın lan! 
- Hassasım. 
- Hassas Tarzan!

- Bu arada bahar geldi gibi oldu, sonra yaza geçtik; ne acaipti. Bahçedeki ayva ağacı çiçek açtı-yaz mı geleceeeğğğk??!!-, ofisin kadrolu kumruları havalandırmanın arkasına geleneksel dal toplama şenliklerini gerçekleştirdi - ve her zamanki gibi öyle dağınık bırakıp sittirolup gittiler- metrobüse yürürken Uzunçayır'ın  D-100 ayağının minik kırsalında bir kilolu sarışın amcayı çiçek toplarken gördüm ve sonunda asfalt kenarlarında çok sayın karıncalar tarafından özenle oluşturulmuş kum tepecikleri belirmeye başladı. Sanırım bu karıncaların kum taşıma ritüeli gelmek bilmeyen sıcak havaların gecikmesine indirilmiş son darbe oldu. Karıncalar yeryüzüne kum taşımış, hala yaz gelmiyor arkadaş!
- Bence gelmeyen sıcak havaları karıncalar bööyle bööyle  asfalt kenarına kum taşıya taşıya getirdi! Evet! Taşınan kumlara sıcak bahar havaları dayanamadı, artık karıncalar da kum taşımaya hazırlandıklarına göre gelebilirz, dediler, çekirdek çitliyorlardı.

- İstediğimiz kadar şahane giyinelim, eğer yürüyorsak bir anlamı yokmuş, onu anladım. Süper kuuul kıyafetler ancak arabamız varsa manalı oluyormuş. Yürüyen bir insansak, bir minibüs, bir otobüs insanıysak cık'mış. Cık! -ühü amk.-

- Yürüyüş esnasında, o ara ara yapılan çömüp kalkma seanslarının birinde; önümdeki deri ceketli, çiçek çooocuk tipli arkadaşları olan bi' eleman dengesini kaybedip üzerime yığıldı. Kendisinin varlığından böyle haberdar oldum. Sonra, bir arkadaşı cebinden bir paket ot çıkardı, bu deri ceketliye sarması için kağıt da verdi - o kağıdın bir adı var ama ben olayın bakiresi olduğumdan kağıttt diyorum- ve insanlar güzelleştiler.

- Bir protesto eylemini güzelleştirebilecek olaylar;
   * Yürüyüş öncesi içmek -ot/bira vs- ve kafa halde yürümek
   * Yürüyüş esnasında içmek -ot/bira vs-  ve kafa halde yürümek
   * Yürüyüş öncesi seks ve duruma göre mutlu bir ruh hali ile yürümek
   * Yürüyüş esnasında seks ve duruma göre mutlu bir ruh hali ile yürümek
   * Yürüyüş sonrasında içmek ve günü güzel kapamak ve kafa halde yürüyüşü düşünüp mutlu olmak
   * Yürüyüş sonrasında seks ve duruma göre günü güzel kapamak ve mutlu halde yürüyüşü düşünüp mutlu olmak
   * Adam gibi yürümek ve bununla yetinip mutlu olmak sdakjldslk.

- Arada bi yerlerde -ben bloğa yazar ve yazmaz iken- bir  sevgilim oldu ama olduğu sırada olmadığını düşünüyordum, sonra olmadığı zamanlar geldi ve bunun daha öncesinde, o olmadığını düşündüğüm zamanlarda aslında olduğunu farkettim ve sonra yine olaylar falan derken vakanın bir sonucu olarak; tüm olay boyunca ne olduğunu anlamamışım meğer. Ona zor bir insan değilim; aslında tamamen kendine zor bir insanmışım. İnsanın kendine zor olması da fevkalade acı bir olaymış. Kendinizi anlamamanız ve tamamen kendikendinize hazırladığınız tuzaklarla kendinize köstek olmanız durumu... Rezalet.

- Yürüyüş henüz başladığında, üç-dört tane Mısırlı turist amcalaya denk geldik, denk gelmedik aslında bir arkadaş fotoğraf çekmek için sanıyorum bir elektrik kutusuna tırmandı ve o sırada eylemin gelişini gören amcalar -ki illa ki alışıktırlar buna son olaylardan dolayı bence- bizi yakın ve eyleme dahil tipler olarak görünce yaklaşıp ne olduğunu sordular ve anlattık ve mutlu oldular ve pankartlarımızı alıp bizimle fotoğraf çektirdiler! Muhalif eylemcilerle Beyoğlu hatırası!

- Saygılar...