Tarzancam daha iyidir...

4 Ekim 2008

Ayşe'nin hikayesi

Hiç.

Ayşe o gün gökyüzüne hiç bakmadı.

Eöö, sanıyorsunuz ki bu acıklı bir hikaye… hayır değil… peki, tamam, belki de öyledir.

Dıııdırdıtdıtıdıt, merhaba sevgili Ayşe;


Hasta olduğu için ilaç almaya zorlanılan sokak kedisi daimi mekanı olan Ayşe’nin apartmanını terkedip diğer sokak kedileriyle yaşamaya başlamıştı. Ayşe,her gün ve gece o kedinin —Prenses’ti adı--- boş kutusuna selam vererek Prenses’in acılı anısıyla karşılaşıyordu.

Ayşe kedileri severdi, salaaak, salak şey n’aber, diyerek sevişirdi onlarla.

Size salaak, diyorsa, sizi sevdiğindendir , başka bir şey değil. Yoksa insanları aşağılamak için çok daha yüksek bir tavrın peşinde koşan bir insan olmuştu daima.

Etik, etik, en büyük silahı buydu, göya.

Ayşe o gün gökyüzüne hiç bakmadı. Hava buz gibiydi çünkü a.k. Yani, soğuktan büzüşmekle meşguldü Ayşe ve yokolan kedinin anısıyla başbaşa sokağın sonuna kadar indi.

Aslında bisiklete binmek istiyordu. Bisikletli çocukları kıskanır olmaya başlamıştı.

Bisiklete binmek istiyordu ama etekle… Mümkünse kısa bir etek olsun ve olacaklardan sorumlu olmayayayım ahahahahah, diyerek geçiriyordu aklından. Başına bi şey gelmesinin imkansız olduğu bir mahalle ve mutlu bir aşk istiyordu.

O gün gökyüzüne hiç bakmadı ve çok fazla şey istiyordu.

Kana kan, dişe diş, intikam intikam…

İki gün öncesine dek çok mutluydu. Bir sevgilisi vardı. O gün gökyüzüne hiç bakmadı çünkü çok mutsuzdu Ayşe, n’apalım. Yerlere bakıyordu. Ayakkabılarına. Ayakkabılarını yeni almıştı ve bağcıkları ikide birde çözülüp duruyordu. Uyuz oluyordu Ayşe bu aptal bağcıklara, babasından kalma bir yöntemle, acaba mumlasam mı, diye düşünüyordu. Arada, kedinin anısı geliyordu aklına… Arada, iki gün önceki mutluluğu düşüyordu aklına. Sonra, yanından bir çift geçiyordu ve yine yere eğiyordu sanki yüzünü Ayşe, sanki bir şeyleri bozmaktan korkar gibi.

Ayşe o gün gükyüzüne hiç bakmadı çünkü hava çok soğuktu ve ortalıkta kuş falan yoktu. Halbuki Ayşe, kedilerden sonra en çok kuşları severdi ve onları mutlaka izlerdi. Bir yerde okumuştu, kuşların kendi aralarında hiyerarşileri vardı, o gözlerinin yanındaki çizgilerden ya da koyu renkli tüylerinden kaynaklanan rütbeleri esas alan bir hiyerarşik düzen… Ne zaman etraftakilerden daha koyu renkli bir serçe görse; acaba bu mu sayın komutan, diye düşünürdü.

Ne bir güvercin, ne bir kumru ne bir martı ne de bir serçe. Anca telin üzerinde olanca salaklığıyla dengesini arada bir kaybedecekmiş gibi duran uyuz bir karga. Normalde –normalde değil aslında, son günlerde-- zeka dolu bir şeylerden daha çok hoşlandığını sanan Ayşe, bu kargaları bir türlü sevemiyordu.

Çocukken bir cadı olduğunu düşlediğinde, olağanüstü güçleriyle yönettiği hayvan olarak kargayı seçmişti ama. Her ne kadar hain ve de çirkef de olsa, karga hayvanı (!!!!)asil bir hayvandır. Ve belki de, o gün için, Ayşe’nin gökyüzü ile buluşmasını sağlayacak olan yegane canlıydı o karga.

Karga, o paçavra kanatlarını açıp da uçana kadar başka bir şey oldu.

---Merabaaa, tanışabilir miyik, uhohahahahahaha…

Ayşe o gün gökyüzüne hiç bakmadı çünkü, aptal yeşil şapkası yüzünden çok fazla dikkat çekiyor ve sürekli laf yiyordu..Cevap verip dalaşmaktansa koca şapkasının içine gömülmeyi tercih ediyordu.

Bense onu keyifle seyrederken patlamasını bekliyorum.Umutsuz bi kere, hem de sabah ona şans getirdiğini sandığı şarkıyı dinlemesine ve fallarının umut dolu olmasına ve tarot falında da ışıklı bir şeyler görmesine rağmen bir gıdım umudu yok. Patlasın patlasın….

Ehehehe, çünkü o gün gökyüzüne hiç bakmadııııııı. Bakmadı çünkü umutsuz.

Hem umutsuz hem de mutsuz, üstelik ses oyunu yapmaya da çalışmıyorum, o kadar makyaj yaptı fakat aynada gördükleri artık onu mutlu etmiyor.

3 aydır biriyleydi.Güzeldi.Ayşe de güzeldi, günler de güzeldi, ılık sonbahar günleri….canım:D

Mevsim sonbahaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaarrr, her yerde aşk vaaaaaaaaaaaarrr :D

Aşk aşk aşk aşk….Beline sarılıyordu Ayşe ve usulca elini çocuğun tişörtünden içeri sokuyor ve sırtında dolanıyordu. Eğer kuytu köşe bi yerlerdeyseler, Ayşe en yakın duvara çocuğu yaslayacak, sıkıştıracaktı. Çığlık atan kişi çocuk olacaktıııııııı, aahahahhahaha.

Vuuuu, outdoor nidalarını duyar gibiyim, ahahahah.Tam bir sürtük…

Uyurken çocuğun bacakları Ayşe’nin bacaklarından ayrılmayacak, belki de öğlen saatlerine kadar sürecek özel bir maceranın mimarı olacaktı bu pozisyonlar. Ayşe, her dakika başı çocuğu öpecekti, çocuğun her şirin hareketi çocuğa başka bir öpücük olarak geri dönecekti belki belki belki ateşli kavgalar olacaktı sonu kimsenin hesapedemeceği kadar yumuşak biten.

Kediler işte.

Bir yaz günü, merdivenin trabzanlarında birini bekleyen Ayşe’ye arkadan yaslanan ve yaslanma fiilinden anlaşılan tüm işlevleri harfiyen yerine getiren bu elemanla aynı gün takılmaya başlamışlardı.Dondurucu bir kış gününde ise bu takılma olayı emesen denen illette sona eriyordu. Sebep olarak ise, artan sıkıntılar gösteriliyordu ki eeeeeh falan dersiniz anlatamayacağım şimdi.



Kediler işte.

Sıkıntıların artması değildi elbette neden;
Birbirini seven insanların sıkıntıları olmaz bir kere,
Hiç mi masal anlatmadı anneanneniz sizlere?
Başka biri vardı işte bal gibi,
O zaman kimdi bu sıkıntın asıl sahibi?
Ayşe Ayşe Ayşe.

Başka biri. O, sabahlara kadar seviştiği çocuğu zamanında kıskandırmak için kullandığı diğer çocuk. Hayır hayır, sadece haftasonları buluştuğu çocuk değil, diğeri. Şu, otobüsten olan.

Şu, bitmeyen hikaye.
Şu, dünyalar kadar oda vaadiyle kandırılııp küçücük odalara tıkılmış olan çocuk.
Şu, zaten hep orada olan oyuncak, tuvalet kapısın arkasında ne zamandır yazılı olan artık baymış espri, bilgisayarlarla takılacağına kızlarla takılsa çoktan torun torba sahibi olacak olan beeefendi, herkesin; salak, dediği adam, inek, üniversitelilerin tepesindeki umutsuz liseli.

Ayşe’nin abarttığı kişi.

Satranç ustası. Ayşe onu böyle çağırıyordu. Aptal bir oyun yüzünden tanışmışlardı. Başka dünyaları ele geçirip onlara hükmediyordunuz, onlarla taşak geçiyordunuz kendinizce falan filan. Netteki her dümenden bir zamanlar haberi olan Ayşe, başka dünyalarla ilgilenen bu heri potır’a aptal oyunu tavsiye etti.Yani çocuk buna yaslanmadı, öyle yasadışı yollara gelemezdi zaten bu sevimsiz satranç ustası. Çocuk hakkaten sevimsizdi. Belki ilerde piyanist’te oynayan adama benzer umutlarıyla Ayşe yavşayacaktı ama. Umut dünyası…

Her şey, salak bir dalga ile başladı. Ayşe, oldum olası inekleri seven ve onları gıdıklayan bir eleman olmuştu. İnekler gıdıklandıkça Ayşe de gıdıklanırdı ve neşelenirlerdi, ne güzel. Bu adam Ayşe için İngilizlerin ünlü 5 çayı gibi bir şeydi, arkadaşlarınızla günün ortasında oturur laklak eder havanızı bulur ve hayatınıza devam ederdiniz. Ayşe’nin hatası, 5 çayını 5 çayı olarak bırakmamasıydı. 5 çayını alıp parti zamanı haline getirmeye çalıştı. Ayşeeee, saat 5’te çay içerek parti veremezsin hayatım yaa…

Nitekim bu sevimsiz heri potır, saat 5’teki parti fikrine pek sıcak bakmadı ve…

Ayşe o gün gökyüzüne hiç bakmadı, çünkü gökyüzüne ne zaman baksa bir sürü şey yapabileceğini hayal ediyordu. Halbuki bir sürü şey yapamazdı.

Ayrıca hafta sonları görüştüğü kimse yoktu Ayşe’nin, internetteydi hepsi.
Ayrıca Ayşe’nin görüştüğü kimse yoktu, onların hepsi kediydi, kedi.
Ayşe’nin nankör kedileri.

Ayşe kızgın bir günahkardı. Otobüste giderken, boş bir koltukta belki bırakılmış/unutulmuş bir paket gördü.Bomba olabilir korkusu ile kimseye haber vermeden otobüsten apar topar indi.
O sadece unutulmuş bir paketti aslında ama ya bomba olsaydı?

Ayşe o gün gökyüzüne hiç bakmadı.
Ayşe o kadar kızgındı ki otobüsteki herkesin ölmesini diledi resmen, paketi kimseye haber vermeden otobüsten inerken vicdan azabı çekiyordu. Kimse vicdan azabı çekerken gökyüzüne bakmaz.

Akşam, apartmana girdiğinde, Ayşe, boş kedi kutusunu görünce tüm bu olanları hakettiğini anladı.