Tarzancam daha iyidir...

29 Aralık 2010

Neşe Palamudu -çok yazmak istedim bunu buraya-

-Ya şöyle bir cıvıl cıvıl bloğum olamayacak mı lan? Hım? Tumblr'dakiler gibi hani bir kuul efendim bir eğlenceli, bir kımıl kımıl, bir her bir şey bir blog?
-Tarzan, sana diyorum, sklemiyormuş ayakları yapma bana şimdi la!
-Alov!
-Şimdi Tanrı'ya inanmanın tüm yolları -birbirinizin hayatlarını katletmeğiniz sürece- pratikte de doğru olsa güzel olmaz mıydı? Belki Tanrı, milyarlarca insanı  sadece güzele, iyiye ve diğer olumlu şeylere yönlendirmek amacıyla, nebliim menü hesabı -Tanrı'ya nasıl inanalım/Menü; A-) Putlar olayı B-) İnek şekli C-) Bazı tek tanrılı inanışlar vs vs vs -, bir yığın inanış tasarlamıştır, olamaz mı? Sevgili inananlar, beni ve yaratılan her şeyi isterseniz böyle de sevebilirsiniz, seçin beğenin alın -macera mı istiyorsunuz, bkz; çok tanrılı inanışlar Zeus Afrodit vs- -daha sabit oliym ama gotik olsun mu lütfen lütfen mi diyorsunuz bkz: Katolik tipi- ama akıllı olun olm, demiş olamaz mı? Mesela; Ben, demiştir belki, Tanrı olarak, arkadaş Hindistan'a da inek şeklinde görüniyim, burada da beni böyle sevsinler... misal? -ya da sevmeyebilirler de- -bilemedim
-Niye diyorum, şey için diyorum, eğer öyle olduğu düşünülebilseydi, o zaman tüm inananlar birbirine daha saygılı olmaz mıydı? O, derdik, o tam karşımızdaki ve tamamen başka bir şekilde inanan adam için; inanmak için başka bir seçeneği kullanıyor, tıpkı benim gibi, derdik, o zaman dünya daha güzel olamaz mıydı?
-Olamazdı efendim, biz -hepimiz değil- birtakım inananlar, tarih boyunca birbirimizi kırmayı ve birbirimize hükmetmeye çalışmayı, sevdik ve seveceğiz ve bu tip  neo-bikbik zıvırlarla gelme  yoksa seni o Tarzan'a sevdirirz, mi?
-Anlıyorum yea, hakikaten anlaşsanız zaten olayın bir eğlencesi kalmazdı di mi?
-Evet evet, inanmak böyle birbirini aşağılamakla, politik oyunlarla falan güzel gidiyo, yoksa yani... yoksa bizi bilirsin Tarzan yeaa...
-Bilmiyorum amk.
-Ne zamandır yazıcam yazıcam, ahan da yazıyorum; Kozyatağı Carrefour'un bahçesinde ben meşe palamudu buldum ve ne mutlu oldum lan. Doğa böyle bir şey işte. Beton da olsa bahçeye tohumunu saçacak. O da bir şey mi, o Carrefour'un tam karşısındaki köprünün merdivenlerinde, ayakkabılarla taşınmış ve ne hikmetse -Hikmet abiğğ- birikmiş o hakikaten miniminnacık toprak yığınlarında bile ot bittiğini gördüm. Nereye bitiyosun? Altında kat kat demir-plastik-beton-bidibidi yığını. Ne? Banane biterim ben! Toprak buldum mu biterim! Ahan da bittim! Topraklarınız da pek bi bitmelik zaten, ohh...
-Yirin...
-Hikmet Abi bence bir Himmet Abi kadar olamaz. Himmet Abi'nin olayı, şekli, şemali bambaşka çünkü. Hikmet Abi'de bizden biri gibi fakat Himmet Abi...
-Bu arada babamın halasının adı da Hikmet. Babam da Nevzat zaten. We luv unisex names.
-Ayça Eren de bambaşka bir insanmış. Nasıl olsa o da bir Behzat Ç. oyuncusu değil mi?
-Saygılar & merry xmas & mutlu yıllar.

24 Kasım 2010

Serseri hallerini sevdiğiniz adamı düzelmiş görünce üzülmek

-Çok hüzünlü bir hikaye bu... :'(
-Başlık yapacaktım, sittrettim. Burayı kirleteyim istedim.
-Düzelmişten kastım; adam olmuş hani, toplum normlarına uygun hale gelmiş. İyi aile babası olmuş. Adam olmuş.
-Ama sen serseriydin hani, uzun saçların hatta tiksinsem de kafanda boncukların falan vardı. Muhteşem pantolonlar, muhteşem tshirtler, kızılderili olsan olabilirdin, bir başka "jack sparrow yapsak adamı olacak" insanıydın, n'oldu lan!
-İsyanlarda değilim. Üzüldüm ama mk. Bankac olmuşsun. Bankacılara saygım sonsuz. Ama ben boncuklu halini sevmiştim. Bateri çalardın hani göya. zaten beleşe okuduğun bölümü uzatmıştın falan... Balıkçı yaka kazak giymiş, kıpkısa saçlarında mal mal bakmışın ya objektife, böyle mi olacaktı lan!
-Neyse şimdi daha iyiyiz.
- Bu var!

Tanıştırayım; Erdal Beşikçioğlu. -Erdal Bey, bu da Yavru Tarzan ve ahalisi.- Gördüğünüz üzere burada inanılmaz karizmatik görünüyor ama Behzat Ç. kendisi. Ankara'yı sevmek içün bir başka karizmatik neden! Bir de bu yuardaki pozda acaba daha mı genç lan diyesim var, benim bildiğim hali daha çok şöyle;


Daha bi iskeletor halleri de var ama yine karizmatik. Bazıları da böyle işte. Yaşlanıp zayıfladıkça giderek karizmatikleşiyor. Ya da ben öyle seviyorum. se-vi-yo-rummmm- kalp-
-Ofiste yanıma adam geldi, onu eğitmekle meşgulüm, o nedenle artık 11 suları entarilerine veda ediyoruz. Sabah sabah Tarzan dönemi sona erdi. Sabah uyanınca da güzeldin sen fakat Tarzan. Banyodan çıkınca da giderin var. Fakat gece kuşu hallerin aaah o gece kuşu hallerinnnnn...
-Lalala.
-Boncuğu bi o adamda sevmiştim galiba, yoksa boncuk sevmem, sakın ha!
-Biz de senin için boncuklanıyorduk zaten Tarzan... Sie.

11 Kasım 2010

Yahoo Horoscopes'u nedennn seviyorum?

Çünkü biri hakikaten çok eğleniyor...

Hello Tarzan'cım, your Horoscope for Thursday, November 11, 2010




Today is a good day to slow down a little. Take a long hard look at what you've accomplished lately. Count everything, not just the big things. Have you made your bed most days? Point for you! Have you brushed twice a day, and flossed at least once? Big points! Have you, in the last week or so, told at least one person you're close to that you appreciate them? Really gargantuan big point! What does your list of accomplishments look like?

10 Kasım 2010

Bazı yeni şeyler! Tosca ve Romeo ile Juliet!

-Tosca için yeni bir helva markası deseler, inanırdım evet, cahilliğime veriniz, opera kültürüm hiç yok.

Tosca, Mustafa Kemal'in en sevdiği operaymış. Bulgaristan'da genç bir ateşeyken görmüş, beğenmiş ve hatta ezberlemiş.
Youtube'dan linki çıkar sanıyorum, şimdi link veremiyorum. Yahoo videos'tan da  dişe gelir bir sonuç çıkmadı.
Ya şimdi evet tabi, 10 Kasım ve Atatürk'ün sevdiği her şey ortalığa saçıldı yine  ama Tosca'yı ilk defa duyuyorum, neyse, evet, operasever kardeşlerim! Halo! Tosca!

-29 Ekim'i selamsız atlamanın hüznü içersindeyiz, utanıyoruz.

-Hazır operadan girmişken, tiyatrolardan devam edelim; şehir tiyatrolarını takip edin, pişman olmayacaksınız! Ciddiyim. Ciddi Tarzan. Geçenlerde bir arkadaşım, Kağıthane'deki bir oyuna gidemeyeceğini söyleyip biletleri bana bıraktı. Oyun; Romeo & Juliet. Cumartesi saat 20:00'de Kağıthane'de olunacak ve Romeo&Juliet izlenecek, dedim bir kaç arkadaşa, fakat heyecanlı bir sonuç alamadım. Zaten R&J için mutluluktan deliren arkadaşlarım olduğu hayaline nereden kapılmıştım?
Ya, ben giderken, oyunun sıkıcı olma ihtimalini hiç hesaba katmamıştım. Arkadaşlarım bu hesabı yapıyor. Siz de yapıyor musunuz la? Ben hesapsız dalmıştım. Ki gidebilmek için de Kozyatağı - ŞekerPınar YKB üssü (arkadaştan belge alındı) - Kozyatağı (kardeş alınması -Neyse ki kardeşim klasik canavarı bi insan. Özellikle Şekspir'i seviyor, pek anlam veremiyorum-) - Şişli -Kağıthane gibi bir de yol teptim. Ben yol teperken Çağlayan kapalıymış, taksi maksi, ohooo, mükemmel bir İstanbul trafiği macerası atlattım.
Bunca şeye değdi mi?
Evet! Oyun mükemmel çıktı.
Replikler çok ağır değildi, izleyici hikayeyi rahatça yakalıyor ve hatta eğleniyor da. Demek ki Şekspir sevilebilirmiş.
Kostümler mükemmeldi. Bir Şekspir oyunu için ne kadar yaratıcı olunabilir? Tüm o yabancı filmlerde, Şekspir'den daralan gençliği izledikten sonra belki bu sorunun cevabı için fazla umutlu davranamayabiliriz. Ama olunmuş. Zaten oyun esnasında, kıyafetlerin  üzerinde bayağı bi durulduğunu ve birinin yetenek konuşturduğunu farkediyorsunuz. Atlanabilecek gibi değildi. Sonra, küçük bir araştırma sonucunda ortaya çıktı ki, kostümleri Canan Göknil hazırlamış. Göknil'se, başlı başına bir kostüm tanrıçasıymış meğer, sayfasına gözattıktan sonra sanıyorum ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Ve hatta dedim, bayadır Cansın! serisine giri yazmıyorduk, -ya aslında yazılacak adamları biriktiriyorum ama, çok kolay bi şe değil- Göknil, Cansın! serisinin dönüşünde nedennn rol almasın?
Braava... braavaa..
Dekor! 
Dekor iki duvar, ipler, sarkan kurdeleler/perdelerden oluşuyor. Salona girdiğimde, bir Şekspir oyunu izleyeceğimize dair hiç bir işaret yoktu. Haha, soyut takılacağız, yeeeeey, demiştim yerime oturduğumda. Kısmen daha kalabalık ve ışıklandırma öğelerinin iyi kullanıldığı birkaç sahnede boşluğu pek farketmiyorsunuz ama maalesef birkaç karakterli sahnelerde o boşluk kendini bir hayli hissettiriyor. Kilise sahnelerinde, iki şamdan yansıtılarak kısmen de olsa gerekli hava yakalanmıştı. Sonra düşününce dedim ki, bir şekilde başka nesneleri de duvarda ya da perdede en azından yansıtabilselerdi, beelki boşluğu bu derece hissetmeyebilirdik.
*Oyunculuk!
İyiydi. Bilemiyorum. Juliet'in dadısı özellikle,Hikmet Körmükçü, çok şirindi. Başrollerdeki Mert Turak ve Ece Özdikici, ortalamanın üstünde performans sergiliyorlar, diye sallıyorum, lan , evet ama yaşattılar sonuç olarak, diyebiliriz ki ortalama-üstü.
*Müzik!
Yoktu pek. Girişte ve arada, kardeşimin yalancısı olarak, sanıyoruz Şekspir'in sonelerinden biri Türkçe'ye çevrilmiş ve bestelenmiş ama olmamış yeav. Maalesef canım, maalesef bebeğim.
Bir de, oyunun başındaki balo sahnesinin disko havasında yorumlanmasına eh işte derken ve Romeo ile Juliet'in tek gecesinin modern dans aracılığıyla temsil edilmesine alkışlarla karşılık vereceğim.
Sonuç olarak; çok değerli tiyatro eleştirmeni sayın Yavru Tarzan bu oyuna olumlu bazı puanlar veriyor. Alkış.
Çıkarılacak bir diğer ders; klasik deyip geçmeyin, sevgili okurlar. Klasik eserlerin özgün yorumlarında mükemmel sonuçlar elde edilebiliyor.
Oyunla alakalı tık

-İdil Biret, Kadıköy Süreyya Operası'na geliyor! Mükemmel haber!
-Atladığım 29 Ekim'i kutluyor, Mustafa Kemal Atatürk'ü saygıyla anıyoruz. Tüm YT takımı olarak, anısını daha değerli kılabilmek içün bu giride sanata ve sanatçıya daha bi değer verelim istedik.-breh breh!- Nasıl, güzel ama değil mi? Bu tür anma günlerini böyle değerlendirme kararı aldım. Tarzan seviniyor!
-Saygılar..

Lö Petit Notte:
1- *'lı bölümleri sonradan ekledim. Aslında bu giriyi tamamladıktan sonra gittiğim yemekteyken bi düşündüm de, lan ne oyunculardan, ne müzikten bahsettim lan,  ne skik eleştirmen çıktım peh, dedim, birkaç gün sonra da güncelledim. Kostümlere odaklı izlemişim meğer ben, evet.
2- Oyunun daha düzgün bir eleştirisi için tık

26 Ekim 2010

Giden günlerim oldu...


Gitmiyorlar evet.
Bir kışı bunlarla geçirmiştik zaten, ehaheha, ayak oldu, biter artık falan diyorduk ama gayet yeni koleksiyonla yola devam kararı alınmış. Avustralya'ya da sevgiler ne diim.

Ben bu haberi ilginç buldum diyenler içün bir tık


Evet, Sony, otuz yılın ardından, artık tamam, ben walkman üretmiyorum, anne bittie, demiş. Bayrak bundan sonra Sunny'de, hayrını görsün, diyerek bir neslin mutluluğuna son vermiş.
Bi ara da, kaset fabrikalarının kapandığı haberini okumuştum.
Yaşlandık lan. Şaka maka bitti hea.

Tık

Sevgiler..

12 Ekim 2010

Hava kapalı, evet...

-Yaptım evet. Otel bana odasını net 130 TL'ye vermiş, ben onu Euro olarak algılayıp sisteme komisyonlar dahil 160 Euro olarak verdim. Öyle satılıyormuş ne zamandır. Otele 130 TL vercez ama 160 Euro'ya satıyoruz odalarını evet. Samsun'da bir otel. Hem de 3 yıldızlı bu otel.
-N'apmışım mına koim.
-Satış direktörümüz beni alkışladı... bravaa.. bravaa... bu kadar mal olunur klşdsalkşsdklş
-Patron, bi dakka bi yanlış anlaşılma olmuş... şklasdlşkdslşk...
-Odaları Euro olarak satıyoruz canım biz. Bana Euro fiyat verin sıkmiim topuunuza!!
-Bıktım  da ben işimden, bilmem söylememe gerek var mı?
-Hayır acenta değilim. Ama benim sayemde  oteller binlerce acentaya ulaşıyor. Bu da çok sık yapılan bi hata. Acenta diilim lan ben!
-Hayır, acentalar da bana bağlı değil.
-Sıkıldım anlatmıyorum.

- Yavru Tarzan hüzünle sunar;
   Bazı soruların hikayesi;

Sabah uyandı, aynadaki yüzüne baktı, üç-dört sene önceki halinden eser yoktu. Bu muydu o heyecanlı insan? Koşup hoplayan, beldenaşaa hikayeler anlatan, parti var lan gelsenize, diyen, arkadaşlarını sürükleye sürükleye dışarı çıkartan, --gööyaa-- bir şeylerin farkında olan, umut vadeden mal, bu muydu?

Kendine gerekçeler sundu; ya para, ya aile, ya iş ortamı, tanınmayan şanslar, zamansız tembellikler, bireysel takılan arkadaşlar, gelip geçen sevgililer, yanlış anlaşılmalar, bunalımlar, umutsuzluklar, elden-ne-gelircilikler, ödleklikler, dertler, tasalar ve bazı diğer skler...
Da kime sayıyorsun? r u talkin to me?

Bunlar, dedi, senin kendine sunduğun baazı gerekçelerin, sen de ben de  biliyoruz ki bunlar gerçek bile değiller. Aslında burada varolmadığını bildiğin benden bile daha yalan bunlar... ve bi de o heyecanlı insan, dedi, sözünü tamamlayamadan banyodan çıktı eleman, konuşan hayal yokoldu.

... ben değildim, diye kendi kendini tamamladı cümle, ben olsaydım heyecanım kaybolmazdı, di mi? Var ya öyle durdurulamaz  yaşlı teyzeler-amcalar; 80 yaşında ama hala mı koşturur bi insan, koşturuyor, hayat diyor,  ben bitmeden bitmeyecek; o işte, o benim ben sandığım.

O zaman, dedi, o sandığım ben değilsem, ben kimim?
Öyle havada kaldı soru, soru bile varlığından rahatsız oldu, öyle bi gerildi ortam, sonra bir yerlerde pencere açtılar da rüzgar esti, bi ürperdi bilimum ruhlar, geç kalıyorsunuz zilleri çaldı. Sonrası giyinme faslı fln...

Soru kaybolmadı, artık ortamdaki havadarlığa göre elemanın sağ ya da sol üst köşesinde iş yerine kadar sahibini takip etti. Perdeleri yırtılmıştı ve kendi öz güneşi  canını çok yakıyordu.
Sonra müşterisi aradı, misafir ödeme yapmadan kaçmışmış, kredi kartı da cevap vermiyorumuş, ne yapılacakmış?
Ve işte her şey daha güzel oluyordu.
Resmen kaybolmuştu.

-Falan.
-Sevgiler, saygılar...

9 Ekim 2010

Disko topunun yıldönümü!

Bu topu hatırlayanınız var mı? Hım? Dikkatli okurlarım, lan, bugün nasılsınız efendim?


Bundan bir yıl önce, bir 4 Ekim günü eklemiştik. Yani;   doğum günün kutlu olsun Tarzanım yeav.  Şeyolsun istedim, ekim ayının dördüncü girisi olsun, çok romantiğim naaaaapim, aslında 4 Ekim günü girseydim de  güzel olabilirdi ama yaani, neyse evet.

Bu arada kedim 3 kilo oldu lan. Yaşında bile değil ama hayvana dönüştü ehaheha, seviyorum keratayı, ayrı.

Futbol maçları ve hayatımdaki bir takım gelişmeler;

-Meraba bira göbeği!

8 Ekim 2010

Soyağacı hedesi

Biline...

Nişanlıyla sevişilmemesi üzerine mükemmel bir deneme!

-Kız arkadaşım mı lan bu, nişanlım, nasıl yaparız, diye sordu, yüzüme en saf haliyle bakıyordu, bir şey diyemedim.

-Peki ya Avrupa, diyebilirdim, onca takıldığın karı-kız? 10 senedir bir karı-kız-ortam götürgeci olarak dizginlemez bir profil çiziyordu,  dünya haritasını açıp Dominik Cumhuriyeti'ni gösteriyor, işte bak bir burası kaldı, diyordu ve iki dakika sonra acaba müstakbel nişanlı adayından nasıl İngiltere'ye kaçıp da son bir sefer düzenleyeceği üzerine bazı planlar, eskort kızlar vs vs...

Ya bırak...
Ama bu arada nişanlanılacak hatunla anca el ele tutuşulmuş, öpüşülmüş, cinsel tek bir muhabbet bile geçmemiş, ne sever, ne eder vs vs..

-Bilmem, hiç konuşmadık, konuşmayı pek sevmiyor, diyor, dayanamadım sordum çünkü mınakoim, halbuki hiç sorasım yoktu.  
Mba düzeyi diplomalar, Avrupa gezileri falan... Modern bir çift olarak çakışıyor olmalısınız kuzum ahohoho, diye bıyık altından dudaklarımı kemire kemire gülerek soruyorum ve tarihi cevap geliyor;

-Kız arkadaşım değil ki bu, nişanlım?!?!!

...

Sessizce sahneyi terkediyorum.

...

Ne bileyim lan ben. 
Ben de biliyorum işte kişisel tercihler + özgürlükler  falan var, bunlar kapsamında ülkenin gerçeği + ihtiyaçlar işlemi  yapılınca bu tip olaylar olabiliyor.

Ama yine de, diyor kalıyorum; ordaaa, bir ama var uzaktaa!

30 Eylül 2010

Senin için yazıyorum bebeğim...

-Peki ya dişilerin oturdukları yerde mastürbasyon yapabiliyor olmaları? Ben bundan sonra bilgisayarının arkasına saklanmış, harıl harıl çalışıyor gibi görünen her dişiden korkarım arkadaş!
-Kiiii, harıl harıl çalışıyor da olabilir hakikaten.
-Yaaani...
-Yaaani, bir lütuf..
-Şeyolsaydı keşke; üşümeseydik... ya da nebliyim, sadece  kısa çorap giydiğimizde üşümemiz geçseydi... başka hiçbir şey giymemize gerek olmadan takılabilseydik... ya da şapka... ya da eldiven... ama sadece birini giydiğimizde üşümeseydik, yoksa üşüseydik... hepsi aynı anda zor geliyor ya ama böhü... sevmiyorum üşümeyi, öyle fantaziler kuruyorum sabah kahvaltılarında özellikle... sadece çorap iyi olurdu evet... Fıratmışım gibi hissettim.
-Birincilik teli. şlkdşasldk
-N'oldu peki? N'oldu, olan şu; kurumsal manada iletişim olayında ilerlememiz neden sosyal manadaki iletişimde ilerlememizden çok daha hızlı? Hatta diyebiliyorum ki, keşke kurumsal manada gösterdiğim iletişim becerisini gibi sosyal manada da gösterebilseydim... Kurumsallaştıkça asosyalleşiyorum?! Öyle olsa ne trajik olurdu diye yazdım halbuki öyle olduğu falan yok bu arada. Ya ne tırtsın Tarzan yea... işldsailşasdlşisda...
-Onu bırak kurumsal manada iletişim becerisi gösterdiğim falan da yok yaaani, bu kadar yazışşş olur ya, sie Tarzan.
-Trajik-kurumsal-iletişim... hepsi bir arada olsun istemiştim... 
-Yok ya olan o değil; senin için yazıyordum yaa ben... okumayı sevmiyormuşsun fakat. Haaah, trajik olan bu. Sen kiii, en minik hedeyi bile gogıllayan malsın, ki bunu çok sevmiştim, sen bi şeyleri gogılladıkça ben orgazm oluyordum, tarzanı mı gogıllamayacaksın, diye düşünüp, bir ümit, bir umut, yazdım mınakoim ya! Şimdi şey gibi hissediyorum, kucağında bebeğiyle Beyazıt Meydanı'nın ortasında kalmış gibi... kafamda köylü kızı tipi başörtüsüyle... e tarzanım eee eee, e!
-I love Beyazıt Meydanı.
-Gerçi o meydan da her geçen gün küçülüyor sanki ama...
-Ama ben sana tarzan yapmıştım!
-O arada bir yerlerden Paulo Coelho, bi sn. söyleyeceklerim var, diye atlayıverdi;

"Bazı şeylerin gitmesine izin vermek işte bu nedenle çok önemlidir! Onları serbest bırakmak, gevşek olanı kesmek! İnsanların hiç kimsenin işaretli kağıtlarla oynamadığını anlaması gerekiyor! Bazen kazanırız ve bazen de kaybederiz; hiçbir şeyi geri almayı bekleme, yaptıkların için takdir edilmeyi bekleme, ne kadar zeki olduğunun keşfedilmesini bekleme ya da aşkının anlaşılmasını...daireyi tamamla, gururlu, yetersiz ya da kibirli olduğun için değil, sadece artık onun senin yaşamında yeri olmadığı için; kapıyı kapat, plağı değiştir, evi temizle, tozdan kurtul! Geçmişte olduğun kişiyi bırak ve şu anda kimsen 'o' ol!"

-Kendimi ifade edemiyorum sanırım şlksadlşksdalşkas...
-Penguen 8. , Uykusuz 3. yaşgününü kutladı ya, özellikle Uykusuz çok güzel olmuş ya, resmen mizaha doyduk. Bu anları yaşıyor olmak bile güzeldi... ya da hasta mı olucam nedir her şeyi abartıyorum lksdaşlkdlk...
-Peki ya sana yazmaya devam edecek olmam??
-Hakikaten hasta olacağım galiba, evet.
-Geçen günlerden birinde Beyoğlu'nda, saat 22 suları etrafında, Taksim Meydanı'na doğru  arkadaşlarla yürüyorum, mutsuz insanlar üstüme üstüme geldi. Hiçbir şey yapamadım.
-Bazılarınız itiraf etsin, hala oturduğu yerde mastürbasyon yapabilen kızlardasınız değil mi?
-Ben bu ruhu seviyorum.
-Oldu canım, oldu bebeğim.

24 Eylül 2010

Bir takım mükemmel haberler!

1- 26.09.2010'da Kadıköy Selamiçeşme Özgürlük Parkı'nda 10. Gaziantep Yiyecekleri Şenliği -yemekleri desek daha iyi olurdu gibime gelmiyor değil ama şimdi İstanbul Gaziantepliler Derneği -tıhla- ile ters düşmek istemiyorum-  düzenlenecekmiş!
Bence mükemmel bir haber! ...falan...
Hayır, Gaziantep'li değilim.
Bursa'nın şampiyonluğunu canı gönülden kutlamıştım.

2- Hani Tavşan Kızın Peşinde isimli bir hikaye yazmıştım ya,  İstiklal'de erotik shop bulunamaması üzerine dönen mal bir hikayeydi hani... Yanılmışız, baya baya varmış, o kadar Tarlabaşı'na inilmesine gerek yokmuş, İstiklal'in Taksim Meydanı ayaandan, girişten bir yerden Cihangir'e inen sokağa dönün, baya sağlam, ışıklı mışıklı, hayallerimizdeki gibi bir erotik shop varmış işte, niye söylemiyorsunuz olm!
Bu da böyle biline.
Bu hani sağ tarafta, linkler koyuyorum ben, aralarında Madde Bağımlısı var, Madde Bağımlısı'na İstanbul'un en sağlam 10 erotik shopu gönderisini yazmak istiyorum da, öyle bir planım var. Önerilerinizi bekliyorum... şlksdşlksdalkşsdlkd...

3- Ciddi ciddi plastik makyaj kursuna gitmeyi düşünüyoruz biz YT takımı olarak... Bu gibi çok salak planlar yapmışlığım daha önce de olmuştu, o yüzden, ama bu sefer çok sıcağım, düblaj kursuna olduğum kadar sıcağım, sımsıcağım, üf de püf de...
Varsa öneri, bence neden olmasın, sağdan işini gör bebeğim.

22 Eylül 2010

Umut bokun ucunda!

Yapacak bir şey yok. Umut bokun ucunda!

-Bu ülkenin her şeyinden nefret ediyorum, dedi, ne dediğine zerre kadar dikkat etmediğine kalıbımı basarım. O ki Anadolu Yakası'nın en güzel okullarından birinde okumuş, ünide önce bir kaza yaşamış ama sonrasında İstanbul'un güzide üniversitelerinden birine kapak atmayı becerebilmiş bir altın çocuk ama sosyal bilimlerle bir alakası yok, seni affediyorum benim minik beyez meleğim, diyorum, gideceğim başka diyarlara dediğinde.

Sanki, diyorum o başka diyarlar da sana kucağını açacak, tamam evet, karı kız güzel de; 
1- Türksün - ... göster ürksün! Ehaheaheha...-
2- Başka bir yerde hep azınlıkta olarak algılanacaksın, istediği kadar demokratik olduğunu iddia etsin!

-Ben hiç bi yere gitmiyorum, dedim, bi yere kaçiim diye mi beni bu kadar eğittiler lan! Bu mallara mı bırakıcam ben bu ülkeyi! Oh ne ala memleket, zoru görünce hemmen kaçarım ki ben bu ülkeden, kaçanı da sksinler mınaokim dedim, hiç mi utanmadım, ne kadar ulusalcıyım, ne kadar milliyetçiyim MHP'nin 40 küsürüncü yılında (mıydı?), ne kadar faşistim ve ne kadar laiğim?? -kişiler değil kurumlar laik olur, retoriğin de mınakodunuz-

-Hea, sen kurtarıcaksın zaten ülkeyi, dedi, bak yeeaa, hiç de utanmıyo, kafadan bir kaçış planı kabullenmesi...

İçimden, hakikaten ben mi kurtaracağım bu ülkeyi demedim değil, git Paris'ine, Parisienne'lerle oh yudumla şarabını, üç günlük dünya, bununla mı uğraşacağımdır?!

-Evet ben ve benim gibi düşünen %42'lik kesim, dedim... Artık böyle, çaat çat konuşuyoruz, olur mu olmaz mı, kime çat çat konuşuyosun, kimsin sen?! Yook, işgal altında ya ülke ben ve %42'lik kesim hazır ve nazır birazdan başlıyoruz çalışmalara... klsdlşksdlşsdalkş...

-Yeeeaa, dedim, sen şimdi akıllısın di mi?
Cevap gelmedi.
-Dalga geçmiyorum oğlum, sen şimdi hakikaten akıllısın, biliyoruz akıllı zeki adam olduğunu ve elbette biliyoruz ki eğer bir karar verilecekse en doğrusunu sen verirsin. Sınav sonuçlarınla -ki özel okul-dersane olmaksızın bir yerlere gelinmişti- sen bunu kanıtladın ve işte okullarına gittin vs vs. Madem akıllı olduğunu ve en doğru kararı vereceğini düşünüyorsun -misal hayır'a damgayı basmak- o zaman geri zekalı olduğunu düşündüğün adamlardan da sen sorumlusun. Bu mal durum da senin sorumluluğunda.
Bu şey gibi; diyelim acil para kazanman lazım ve sana hakikaten batmak üzere bir şirket veriyorlar. Piyasadan silinmek üzeresiniz, kaliteniz berbat, diyorlar ki; bebeğim, al bu şirketi ne yaparsan yap! Atacağın adım; yönetim kurulunu toplayıp kardeşim biz nerede hata yapıyoruz, bu mal ürünle nasıl tutunuruz, diye kafa patlatmak mı olacak yoksa ortalıkta dolanıp hepiniz malsınız, hepiniz gerizekalısınız, hepiniz gelişmemiş 5. dünya vatandaşlarısınız, ben bu şirketten gidiyorum, diye ağlamak mı olacak? 
Üzgünüz, ama birinin bu skik ürünle bu şirketi uçurması gerekiyor.

-Ne yapacağım  ama ya, %58'si milletin geri zekalı!
-Orasını biilmiyorum... teori geliştiriyorum da pratik yok ehahekjldskjds...
-Akşlsdlşksdlşks... Mal!
-... ama hem zeki ol, süper ol, muasır medeniyet senden sorulsun hem de ne yapmak gerektiğini bilme, zora gelince sınırdışı ol ve tek olayın face'te ona buna salaksınız, yazmak olsun... Ben böyle durumu skerim afedersin.

O gece kimse kimseyi affetmiyordu halbuki.

-Da ne yapabilirim?
-Bilmiyoruuuum...ama anlıyorum, benim için de aynısı geçerli, ötüyorum ama ben de bilmiyorum sonuç olarak...

Fakat bir yerden başlamak lazımdı.

-Anladık, ülkeni seviyorsun, diye devam ettim, Tanrım ne coşmuştum, ne esiyordum, istiyorsun ki dört başı mamur, cıvırlarla dolu bir ülke olsun... da o %58'siz hiç bir yere gidemezsin kardeşim, onlarsız bir yere gidemeyeceğinden devamlı adamları aşağılamak pek fayda sağlamayacaktır mantıken. O yüzden bir şekilde kafanı kullan, ne bileyim, malzeme bu sonuç olarak puhaoauah...

Malzeme derken;
O sırada ajanslar Beyoğlu'ndaki iki sanat galerisine giren eli sopalı otuz kişi haberini geçiyorladı.

Milliyet'ten gelsin;

Sanata mahalle baskısı!

Beyoğlu Tophane’deki Boğazkesen Caddesi’nde sanat galerisi ve bir resim sergisinin açılışına gelen yerli ve yabancı sanat severler saldırıya uğradı. Yaklaşık 30 kişi davetlileri darp etti, galerilerin camlarını kırdı

01:00 | 22 Eylül 2010
STANBUL Milliyet - YASEMİN BAYBirbiri ardına açılan sanat galerileri, bienal mekanları ve butikleriyle yerli ve yabancıların ilgi odağı haline gelen Beyoğlu Tophane Firuzağa Mahallesi Boğazkesen Caddesi’ndeki sanat galerisi ve resim sergisinin açılışına katılan sanatseverler, yaklaşık 30 kişinin sopalı, bıçaklı ve taşlı saldırısına uğradı. Galerilerin camlarını yere indiren saldırganlar, davetlileri de darp ettiler. Saldırı sırasında aralarında ressam Nazım Hikmet Richard Dikbaş ve öğretim üyesi Nazım Dikbaş’ın da bulunduğu onlarca kişi çeşitli yerlerinden yaralandı. Saldırıyla ilgili soruşturma başlatıldı.

Yüzlerce davetli vardı
Boğazkesen Caddesi Hasanefendi İşmerkezi’nin 3. katındaki resim galerisi ile buraya 30 metre mesafede bulunan Kadirler Caddesi Numara 69’daki 4 katlı binanın giriş katındaki resim ve fotoğraf sergisinin, dün saat 19.00 sıralarında açılışı yapıldı. “Galerinon ve Galeriouetlet” adlı galerideki açılışa yurtiçi ve yurtdışından yüzlerce davetli katıldı. Açılıştan kısa bir süre sonra, iddialara göre, daha önce de burada yapılan açılışlarda sokakta içki içilmesinden rahatsız olan mahalle sakinlerinden yaklaşık 30’u ellerinde sopalarla iki galeriyi de 15 dakika arayla bastı.
Bağırarak saldırıya geçenler, sergideki davetlileri sopalarla darp ettiler. Saldırganlar, “Burası aile mahallesi içki içmeyin” diye bağırarak kendilerine karşı koyanların gözlerine de biber gazı sıkarak uzaklaştılar. Taşlı ve sopalı saldırı sırasında iki galerinin de camları kırıldı. Onlarca kişi darp ve cam parçalarının isabet etmesi sonucu çeşitli yerlerinden yaralandı. Yaralananlardan 5’i Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile Alman Hastanesi’ne kaldırılarak tedavi edildi. Ressam Nazım Hikmet Richard Dikbaş, öğretim üyesi Nazım Dikbaş ile Şevket Kaan’ın yarılan kafalarına dikiş atıldı.  İhbar üzerine olay yerine gelen polis, polis merkezine götürdüğü sergiyi düzenleyen üç kişi ile davetlilerin ifadesine başvurdu, iki galeri de kapatıldı. Saldırıyla ilgili soruşturma başlatıldığı öğrenildi. Saldırganların yakalanması için araştırma başlatıldı.
Bunu ben yapmadım siz yaptınız!
Serin bir eylül akşamı... Dört galeride aynı anda açılacak dört farklı sergiyi görmek üzere Tophane’ye doğru ilerliyorum takside.  Galeri Non, Pi Art Work, Elipsis ve Outlet İhraç Fazlası Sanat’ın bulunduğu Boğazkesen’e yaklaştığımda çalıyor telefonum. Telefondaki telaşlı ses,  sanat çevrelerinde Extramücadele müstear adını kullanan sanatçının Galeri Non’daki açılışına saldırı olduğunu söylüyor. Sıra dışı kimliğiyle tanınan, birbirinden çarpıcı, ezber bozan cesur işlere imza atan Extramücadele’nin yeni bir performansından mı söz ediyor acaba? Hayır diye ısrar ediyor. “Gerçekten saldırı oldu, biber gazıylaÖ Mahalleli kapıları yumrukluyor, yaralananlar var. Hatta bir kişi hastaneye kaldırıldı.” Saldırganların 20-30 kişi olduğu ve sanatçının yaralılardan Nazım Dikbaş’ı hastaneye götürdüğü konuşuluyor.

Gerçek değil, sanki oyun
Telefonu kapayıp mekana ulaşmam beş dakika sürüyor. Ortalık ana baba günü. Polisler düzeni sağlamaya, Tophane sakinlerinin bir kısmı da öfkeli saldırganları olay mahallinden uzaklaştırmaya çalışıyor. Polisin “dağılın” uyarıları yükseliyor sokaktan. Panik içinde herkes. Galeri Non’da görevli bir arkadaşımı görüyorum, beti benzi atmış, konuşamıyor bile. Tuhaf bir duygu. İnsan sarılıp teselli etme ihtiyacı duyuyor. Üzerine sinen biber gazı gözlerimi yakıyor. Gerçek gibi değil, sanki sürreal bir oyunun içindeyiz. Saldırı nedeniyle açılamayan Galeri Non’daki serginin adı durumu özetliyor aslında: “Bunu Ben Yapmadım Siz Yaptınız”.
Diğer galerilerin önünden geçiyorum hızla. Elipsis’in kapısı kırılmış, Outlet ve Pi Art Work de kepenklerini indirmiş. Geçtiğimiz hafta aynı hat üzerindeki Galeri Rodeo’da düzenlenen serginin açılışında da mahallelinin sözlü sataşmalarda bulunduğu ama olayın büyümeden sona erdiği söyleniyor.  Basına yansımayan o günkü tepkilerle bugünkünün gerekçesi aynı: “Mahallemize gelip düzenimizi bozdunuz.”
Galeri Non’daki açılış sırasında yaşanan saldırıya tanık olanlar bu olayın bir önceki ile bağlantılı organize bir eylem olduğu konusunda hem fikirler. Şerif Mardin’in ‘mahalle baskısı’ kavramı bu kez sanat üzerinden kendini gösteriyor. Mahallelinin tepkisi açılışta içki içilmesi gibi görünse de ‘muhafazakar yaşamlarına giren sanatı, kendileri için sosyal bir tehdit gibi görmeleri’ . Bu noktada atlanmaması gereken önemli bir nokta daha var. Sözünü ettiğim beş galerinin beşinin de sahibi kadın. Sanata olduğu kadar kadına da saldırı diye düşünmeden edemiyorum.
Korkulu ve şaşkın insanların arasında dolaşan birkaç kişi mahcubiyetlerini dile getirmeden edemiyor. Onlar her gün yüzyüze baksalar da saldırıyı düzenleyen komşularına tepkili. Nedenini kendileri de açıklayamıyorlar ama iddia edilen o ki mahallede sanat galerisi istenmiyor. Niye? Kime ne zararı var diye soruyorum. “İşte bilirsiniz, burası muhafazakar bir çevre, sanat denince çıplak kadınlar, içki içen insanlar akıllarına geliyor...”

Link Hedesi

“İşte bilirsiniz, burası muhafazakar bir çevre, sanat denince çıplak kadınlar, içki içen insanlar akıllarına geliyor...”

... ve sopalarla girişiyorlar??!!
Ama  bu sonuç olarak. Mesele aşağı yukarı bundan ibaret.
Yani işte, umut orada bir yerde, belki de o basmak istemediğimiz bokun ucunda!

Lö Petit Notte:
1- Gazetevatan linki
2- Akşam linki ki, Atılgan Bayar'ın yazısı güzel olmuş.

21 Eylül 2010

Siyasi yazdım la kaçın kaçın kaçın!

-Tarzanım nerdesin lan, neredeyse bir ay olmuş, vay ak!
-Çok acaip şeyler olmadı değil.
-İçimde bir şey var sandım misal. Tanrı bizi içimizdeki şeylerden korusun.
-Amen.
-Neyse evet, -hayır demek istedim aslına bakarsanız- hayır! ühühühühü...
-Bu evet-hayır meselesi ile ilgili ilk gelişmeler hiç parlak değil, seriyorum;
1-Allinoi'nin üstü horasan harcı denen harçla kapatılmaya başlandı. Bazı kesimler o harcın horasan harcı olmadığını da iddia ediyor. Sular altında kalacak olan Allinoi, eveeeaat! ' larımız sayesinde sonsuza dek tarih sahnesinden silineceğe benziyor. bakınız
2-Bekir Coşkun'un işine son verildi. İlk bertaraf olan ben oldum, demiş, yine ormandan dem vurmuş, bir son dakika haberiydi, gece ikide gözlerimin önünde ağaçlar yandı. bakınız
3-Gezmiş'i anmak, ilgili pankartlar taşımak örgüt üyeliği kanıtı olarak sunulmuş, henüz kabul edilmemiş ayrı mesele fakat Amerika orada durduğu sürece Gezmiş yine bela, yine bela. bakınız 

-Ehahehahe, tüm haberleri toplayıp Abdurrahman Yalçınkaya olarak kapatma davası açacağımdır!

-Hakkari'de devlet memurluğu yapan bi arkadaşım, böyle olacağı belliydi derken, siz daha aşağılayın bu milleti, diye ekledi. Bu çok mühim bi mesele, öyle bakmayın. Köylüyü, Doğu'yu aşağılamak, kabul etmek lazım, biz çok-elitlerin genlerinde var. Anası da böyleydi bunun!!! Ben tabi  bir asi, efendime söyleyeyim bir yirmili yaşlarının bir yerlerinde bir muhalif, bir anarşist olarak zaman zaman; bir şeyi herkes yapıyorsa, o zaman o şey yapılmayacaktır dozunda takılmayı sevdiğimden, gençliğin de gazıyla yapmamaya çalışıyorum ama bazen Tuzla minibüsünde tıklım tıkış giderken ya da Sultanbeyli'nin merkezinde bile -ki üç defa falan gitmişimdir- gezerken kolay olmuyor söyleyeyim. Ve Hakkari'deki Kocaeli doğumlu arkadaşım için de bazı şeyler pek kolay olmuyor ama varan 1: aşağılamayın, skerler! Yapmayın demiyorum aslında, hobi olarak yine yapın puhaoauh... -içinizden mümkünse-
... diyorum ama gece dışarı çıktığında minimum 50-60 TL bırakan adama bile bunu anlatamazken, daha fazlasını bırakan adama misal, bu nasıl ama nasıl??

-İletişim mühim. İletişeceksin kardeşim. O adamla da iletişeceksin!  Bir kerede sonuç alamayacaksın, bir daha bir daha bir daha...kljffdlk..
-Bir de bu aşamada bence artık siz değerli okurlara bir doz politik psikoloji vakası zerketmenin vakti geldi. Prof. Dr. Vamık Volkan-Mine Şenocaklı düeti şeklinde. bakınız
-Vamık Volkan tabei, bir bölümümüzün sevdiği bir isimken, Ekşi'deki son yorumlara göre,  Ekopolitik aracılığı ile Gül'le yapılan görüşme sonrasında  kafalarda -birtakım- soru işaretleri oluşmasına neden olmuş. Bense hala araştırma evresindeyim.  bakınız

-Umuyorum bakınızlarım sonsuza dek yaşar. -buraya hareli halaluya gelsin-
-Şey var, Sultanbeyli'de Oba Tır Pazarı. Olur da tır pazarı ararsanız diye söylüyorum, olabilir, herkes tır pazarı arayabilir...
-Nasıl bir kitleye hitabediyorsam artık...
-Bir giride bu kadar Sultanbeyli geçmemeliydi.
-Hayır Sultanbeyli ile bir alakam da yok.
-Ya bi de şeye üzüldüm, şimdi face'in ilk zamanlarında biz böyle eski arkadaşları bulup sevindirik oluyorduk ya, yeni nesil bunu yaşayamayacak bence, bu internet dünyasında birbirlerini kaybedip yeniden bulmaları olayının gerçekleşmesinin imkanı yok gibi geliyor bana. 
-Eğlenceliydi fakat.
-Akdamar'daki ayine kötü gözle bakamıyorum. Bakana çok pis bakabilirm fakat. Politik bir tavır takınmadıkları sürece, ayinden zarar gelmez zaten de işte, yaaanii...
-Bekir Coşkun'a, sanırım zamanında Ayşe Arman sormuştu; 
   -Doğadaki bir şeyi şişelemek isteseniz bu ne olurdu?
   -Orman köylüsü!
Ben o zamandan beri Coşkun'u seviyorum. 
-Sevgiler, saygılar...

18 Ağustos 2010

The Joy of Vampire Sex - they're hot, they're sexy, they're undead!

Bakıyorum da Rolling Stone'a soyunulmuş...




Gazetevatan'da görüp RS'nin siteye de göz attım moreeee moreeee diye böğürerek ama maalesef canım, maalesef bebeim ile pışpışladı beni yuvarladığımının Stone'u! Beelki ilerleyen aylarda free issues başlığı altından çekimin geri kalanını  yürütebilmek umudu ile şimdilik kalıyoruz salıncakla...

RS linki

17 Ağustos 2010

Gebze-Harem minibüsleri ve hayatımdaki bir takım gelişmeler bölüm 1:

-Kas yaptım.

Lö Petit Notte 
-Bu arada 17 Ağustos'u da hüzünle anmıyor değil Yavru Tarzan.

Mükemmel Bir Tarlabaşı Bulvarı Hikayesi

Yavru Tarzan Gururla Sunar...

Tavşan Kızın Peşinde

Hatun karar verir, -sadece ve sadece- kız arkadaşına doğum günü hediyesi olarak tavşan kız kostümü alacaktır! Taksim'deki bir önceki doğum gününde bir erkek arkadaşa kalpli bir slip hediye edilmiştir ve hatun, çok fena kafaya koymuştur ki  bir sonraki  -yani tam şu an giriş yaptığımız hikayedeki- doğum gününde, en bomba hediye kendisininki olacaktır!

Bu fikrini, hikaye yaşandıktan aşağı yukarı bir hafta sonra havuz başında -uu, beybi- başka bir kız arkadaşına anlatırken su cümleyi ekler; çok fena odaklanmıştım fakat!
-Farkettim de, acaba diyorum başka bir şeye odaklansan...
-Bilemiyorum, belki de...
Hafta başında Limango'da gördüğü çakma  tavşan kız kostümününden sonra, hatun maalesef hafta boyunca başka bir şey düşünemeyecektir.

Mükemmel bir tavşan kız kıyafeti çok pahalı olmamakla birlikte, çok ucuz da değildir. O nedenle iki erkek ekürisini bir tavşan kız kıyafetine girmeye ikna etmek için telefon aracılığıyla lobi faaliyetlerine başlar.
Fakat, tek arama ile başarılı olamaz.

Zaten, çok sonra öğrenecektir ki, Amerika'da yapılan araştırmalar gösterdiğine göre; başarılı bir satış için en az beş defa arama yapılması gerekmektedir. Tanıdık müşteriler için bu sayı düşer.
İki eküri, fikre yabancıydırlar ve maalesef en az beş defa aranmaları gerekmekteydir, fakat hatun o sırada bunu bilmemektedir. Aramalar yapılmayınca, fikir bir başka bahara kalır.

Olay günü, ki mükemmel bir cumartesi akşamına gelmektedir, Midpoint'te, boğaz manzarasına uzak ama bina manzarasına yakın bir masada otururken, - uuu beybi - hatun, tavşan kız fikrini erkek ekürilerden biri olan elemana tekrar açar. 

Fikir, büyük bir coşkuyla iki kişi tarafından kutsanır ve harekete geçilir. Saat 22:30 civarıdır ama Taksim'de  tavşan kız kıyafetinin nereden bulunacağı konusunda hiç bir bilgi yoktur. İlk bakışta mantıklı ama uygulamada yetersiz bulunacak tek düşünce olan, İstiklal'de  -mümkünse ışıklı- Erotik shop tabelası arama fikrinin peşinden gidilinmesine karar verilir.


Fakat, ara sokaklara da şöyle bir göz gezdirilmesine rağmen, günün birinde İstiklal'de erotik shop arayacaklar için önemle altını çiziyorum; bulamazlar.

Anlatan olarak eklemem gerekir ki, hakikaten tuhaf bir durum. Restorandan çıktığında hatun kişiye, o eski binalardan birinde, yukarı katlara doğru bi yerde, ışıklı bir erotik shop tabelası çok olası görünmüştür. Hatta hayalini ben de kuruyorum şimdi, cidden cuk oturuyor. Ama demek kader, o akşam Murtaza Abi'ye müşteri yazmıştır. Artık bunun karşısında durulamayacaktır.

-Ya neyse, parti başlamıştır, dönelim bari, der hatun fakat erkek eküri gazı verir, nasıl erotik shop bulamayız lan!

Ha, sanki erotik shop bulduklarında kitlenecek kişi kendisi olmayacakmış gibi, gazı vermiştir erkek eküri. Yine bu noktada ağların Murtaza Abi lehine örüldüğünü bir kez daha görüyoruz.

Bunun üzerine, yapılabilecek bir diğer mal girişim olan birine sorma denemesi için harekete geçilir de tam olarak, kime nasıl Taksim'de bir erotik shop sorulacaktır?

Güzel ama imkansız değil.

Bu soruda hatun artık duraksamaz. Saat 23 sularında dolaşmaktadır, bu arada doğum günü kızı, muhtemelen beklediği kalabalığa ulaşamadığından bu mal ikiliyi, neredesiniz lan, mahiyetinde bir yoklamıştır ve acilen bara gidilmesi gereği doğmuştur. Telefonda konuşurken tavşan kız fikrinin annesi hatun, doğum günü kızına, ta'am 15 dakikaya oradayız, der!

Olacaktır da.

-Kime sorcaz, diye sorar eleman.
-Yap'cak bi'şe yok, esnaftan birine soracağız.
Bu arada esnaf çoktaaan kepenkleri indirmiştir.

Tavşan kız kııyafetine ölümüne odaklı hatun, en iyisi olarak gördüğü fikre sarılır ve dövme yapılır tabelasına doğru tek başına ilerler, içeri girer. O esnada ekürisi caddede  beklemektedir.

-Buyrun.
-Ya şimdi biz...

Ya şimdi biz, derken bile hatun, bu cümleyi tamamladığında karşılaşacağı durumu kafasında hayal etmektedir ama sonuç olumlu da olsa olumsuz da olsa artık yapacak bir şey olmadığını da bilir. Cümleye girilmiştir bir kere. Cümlesini hiç duraksamadan hızla tamamlar.

-... bir arkadaşa hediye alacağız da, erotik shop arıyoruz, buralarda nerede buluruz, biliyor musunuz?
-Nasıl bir hediye alacaksınız siz ya?
-Çok sağlam bir hediye almayı düşünüyoruz, der en kendinden emin haliyle.

Hatun mini eteklidir ve hakikaten kızdır en azından ve tek başınadır. Eleman, yardım etmeye gayet tatlı bir hızla -hemen- karar verir.

-Şimdi, tam aşağıda var ama bilmiyorum yerinde midir, ben size yerini göstereyim.
-Çok teşekkürler!

Tabi buuu, çok sağlam bir hediye, tanımlaması tabi, konuya çok ama çok  yabancı bu elemanda tabi, ilk anda nasıl bir etki yaratmıştı? Bu sorunun cevabı sonsuza dek muallakta kalacaktır. Ama hatun, yanlış anlama sınırını biraz daha aşağıya çekebilmek için, minik bir açıklama yapmayı göze alır.

-Ya aslında sadece tavşan kız kıyafeti arıyoruz bizzzz...

Tabi ki erotik shopta ne yapılacağına dair bir takım ayrıntılar, birazdan bu iki mala rehberlik  edecek bu elemanı hiçbir şekilde ilgilendirmez. Bu açıklamayı dikkate bile almaz. Beraber dışarı çıkarlar ve tam bu sırada kapının önünden şöyle bir cümle gelir;

-Oğluuum, bu kıza dikkat et!

Tam bu noktada, konu Murtaza Abi'nin sınırlarına girmeden, yanlış anlama sınırına değinmek istiyorum. Hatun farkındadır ki yanında bir erkekle, hem de İstiklal'de, erotik shop sorarsa ve üstüne üstlük bir arkadaşa tavşan kız kıyafeti hediye falan diye gevelerse, insanlar elbette inanmayacaktır. Ama kuşkusuz inanmış gibi takılacaklardır. Durumun, tavşan kız kıyafetini kendilerine bakıyor oldukları şekilde anlaşılması ve bunu takip eden tüm fikirler -ya akşam da ne skiş olacak kim bilirrr- hatunun kabullendiği bir yanlış anlama sınırıdır. Ama misal, erotik shoptan alınacak sağlam bir hediye, şeklindeki bir tanımlamanın akla getireceği fikirler nereydese engin bir denize -Yazar burada deniz diyerek yüce Türk halkının hayal gücüne düpedüz hakaret etmektedir. Doğrusu okyanus olacaktır.-  falan tekabül ettiğinden, hatun bu sınırsızlığı  "tavşan kız kıyafeti, sadece hediye hediye..." diyerek, kendince, sınırlandırmaya çalışır.
Ne derece başarılı olur, burası da siz değerli okurların takdirine kalmıştır.

Hatun, dövmeciden çıkarttığı değerli rehberi ile birkaç metre ilerlemiştir ki, çok daha değerli ekürisi kendilerine katılır. Dövmeci, beraber misiniz, diye sorar, tonlamasında bir gıdım bile art niyet yoktur. Beraberseniz ben size tarif edeyim, dükkan boş da, diyerek yüce görevini yerine getirir.

-Şu sokağı sonuna kadar takip edip caddeye çıkın, biraz sağa gidin zaten göreceksiniz, ikinci kat, ama bilmiyorum bu saatte açık mıdır... Biraz daha aşağı inerseniz neler var neler!

O kadar ayrıntıya hiç gerek yoktur. Tek istedikleri bir -neredeyse mükemmel- tavşan kız kıyafetidir.
Teşekkür edip Tarlabaşı Bulvarı'na doğru yola koyulurlar. 

Bulvara çıkmak üzereyken, erotik shopun ışıklı tabelası tam da tarif edildiği yerde, sanki çölde bir vahaymışçasına belirir ve eküri son bir uyarıda bulunur;

-Bak, oraya -Bulvardan bahsediyor. Yoksa erotik shop korkulacak bir yer değildir- gitmeye ben bile korkuyorum, gitmek istediğinden hakikaten emin misin?
Hatun hiç teklemeden cevap verir; 
-Ya oğlum, buraya kadar gelmişiz, gideceğiz başka yolu yok, der ve elemandan önce bulvarın kaldırımlarına doğru ilerler.

Bulvar hızla geçilir, hedeflenen binaya hızla varılır, hatun elemandan önce pek de tekin görünmeyen merdivenleri hızla tırmanır.
Karşılarına, üzerinde, burada değilim ama aşağıdaki numarayı arar ya da çaldırırsanız beş dakikaya burada olurum, yazan bir not bulunan bir tahta kapı çıkar.

-Arayalım mı lan, der hatun, tavşan kız kıyafetini fena bir şekilde istemektedir.
-Yok artık, der eleman.

Hatun, bi ihtimal kapıyı tıklatır, baktı gördü olmadı arayacaktır da ama tam o sırada beklenmedik bir olay gerçekleşir.

-Geldim, geldim.

Buuu, merdivenleri yavaş yavaş tırmanmakta olan kişi, erotik shopun çok mümtaz sahibi Murtaza Abi'den başkası değildir.

Daha sonraları bu hikaye üzerinde düşünürken bu anı kendince gecenin neredeyse en güzel olayı olarak ilan edicek olan hatun, - gecenin bir diğer güzel olayı, hatunun bardan 22 yaşında ABD'de okuyan bir sistem mühendisi kaldırması olacaktır ama ikisi arasında kalmıştır açıkçası- -çok çok sonraları Murtaza Abi'de karar kılacaktır- Murtaza Abi'nin nasıl olup da çat diye çıkageldiğine de kafa yoracaktır. Acaba Murtaza Abi kapının önünde mi beklemekteydi? Girerken kimseye dikkat etmemişti. Yolda  coşkuyla -ne coşkusuysa bu?- konuşurken, belki de yakınlarda bir yerde dinelmekte olan Murtaza Abi onları duymuştu. Oha, tüm bulvara erotik shopa gittiklerini mi ilan etmişlerdi yoksa? Ya da belki, dinelen Murtaza Abi, koşturarak dükkanının yönünde giden bu ikiliyi görür görmez notunu verecek kadar insan sarrafı bir şahsiyetti. -aha müşteri, hemmen koşayım- -hızlılar da şerefsizler- - ne aceleniz var lan, gece uzun, ehe ehe...- - haah kapıyı da bulmuşlar, ben dedimdi zaten, aferin lan Murtaza-

Eğer hakikaten hiç haber almadan bu ikiliye gerekli tanımlamayı daha ilk görüşte kondurduysa Murtaza Abi, işinin hakkını harbiden veriyor demektir. -alkış-

Gerçi hatuna göre bir ihtimal daha vardır, o da dövmecideki elemanın Murtaza Abi'yi aramış olup olmamasıdır. Ama tabi yok yere adamın günahını almamak lazım, diyordu içinden, belki de her şey koskoca bir tesadüften ibarettir.

Murtaza Abi daha kapıyı açarken, hatun tavşan kız kıyafeti siparişi vermeye başlamıştır. Hakikaten ne acele lan bu, demiştir içinden Murtaza Abi.

-Vardı da, kalmadı maalesef, depoda var.-böyle de tavşan kıyafeti bitiririz-
-Depo ne kadar uzakta, der hatun, olanağı varsa depoya gitmeyi bile kafaya koymuştur. Bu arada içeri girmiş ve etrafa göz atmaya başlamıştır bile. Dükkanın dört bir duvarına mallar -ilk bakışta haliyle penisler dikkat çekmektedir- kutu kutu üst üste sıralanmıştır, odanın ortası bomboştur. Kapıdan girince sağ tarafta kıyafetlerin paketli bir şekilde asılı durduğu bir stand vardır. Hemen karşıda yine sağ tarafta Murtaza Abi'nin eski tip demir memur masası bulunmaktadır. Murtaza Abi, para fatura, kayıtlar, dükkanın beyni olan her şeyi burada halletmektedir. Havalandırma olmadığından dükkan inanılmaz sıcaktır, hatunun birazdan acele edecek olmasının başka hiç bir nedeni yoktur. Yanlış anlama sınırını bu sefer sallamayacaktır hatun, çünkü  dükkan cidden fena sıcaktır ve en iyisi fena modern bir çift olarak takılmaktır.

-Depo karşıda maalesef, başka bir şey düşünür müsünüz?
-Başka bir şey düşünür müyüz, ne var ki başka?
-Şuraya bir göz atın.

Ağ kıyafetler,  çeşitli hemşire kostümleri, bazı deri kostümler, başka erotik kıyafetler falan, neredeyse beşinci sınıf bir porno sitede -hangi arada porno siteleri sınıflandırmıştı acaba?-  geziniyor gibidirler. Hatun memnun olmaz. Bu kostümler tavşan kızın yerini hiçbir şekilde tutmayacaktır.

-Hemşire kostümüne ne dersin?
Ekürisinden cevap gelmez.
-Ağ mı alsak? Puhahaha, ağ aldığımızı düşünsene!
O sırada dükkanın neresinde olduğunu bile bilmediği ekürisinden yine cevap gelmez. Tam arkasında olabilir, kapının orada olabilir... falan.
-Oğlum cevap versene, şöyle bir şey mi alsak?
Erotik bir tür deri mayo gibi bir şeyi göstermektedir.
-Ya, kızabilir, diye zar zor bir cevap gelir.
-Kızabilir... hımm...
Hatun bu uyarıyı ciddiye alır.

-Başka ne var, diye sorarken son bir umutla yapay penislerin oraya doğru yönelir hatun, yerden tavana kadar kutu kutu sıralanmış devasa yapay penisler karşısında diyecek fazla bir şey yoktur. Masanın yakınındaki standda penis büyütücüler ve ne olduğuna ilk anda anlam veremediği ve hiç ilgilenmediği aletlere hızlıca göz atar. Hatun maalesef kıyafete odaklanmıştır.

-Jartiyer var, diye sakince öneride bulunur masasının arkasında dikilen Murtaza Abi.
-Jartiyer, diye neşeyle tekrarlar hatun, ilgilenilebilecek yeni bir şeyler çıkmıştır, neredeler?
-Şurada, diye penislerin en altında uzanan sırayı gösterir Murtaza Abi.

Hatun neşeyle jartiyerleri incelemeye başlar. Siyah dantelli bir tanesini göstererek, 80 TL, der, ne dersin, kırk kırk bölüşürüz diye ekürisine öneride bulunur. Yine cevap gelmez.
-70 TL var, kırmızı, hım?
Ama o sıra ne durumda olduğu ile hiçbir şekilde ilgilenmediği çocuktan hiç bir cevap alamaz. Hafiften farkeder ki arkadaşı yarı yarıya kitlenmiştir ya da yanlış anlama sınırsızlığı içinde boğulmaktadır.
-Ya bi şeyler düşün, bir şey almamız lazım, hadi... 
Daha sonra konuştuklarında ekürisi, Murtaza Abi'nin bıyıkaltı gülümsemelerine maruz kaldığından bir şey diyemediğini anlatacaktır.

Hatun ise, eğer bu çayırdaki  beyaz kelebeğin çiçekten çiçeğe neşeli neşeli takılması havasında penislerden kostümlere  oradadan jartiyerlere şakıyarak uçma ayaklarını bırakırsa, sessiz ve derin bir tuhaf çukura sürükleneceklerinden emin gibidir. O yüzden hız kesmeden devam eder.
Dükkanda bir-iki tur attıktan sonra kostümlerin standında takılmaya karar verir. Birkaç dakika sonra üzerinde ağzı açık bir tavşan kafası bulunan bir slibi ekürisine gösterir. O sırada sadece bir tavşan kafası olarak gördüğünden elinde tuttuğu şeyin bir slip olduğundan habersizdir. Arkasını çevirip resme bakmayı da akıl edemez.

-Tavşan?! Ne ki bu?
-O unisex. İki taraf da kullanabilir.
-Da, ne ki?

Murtaza Abi, olayın keşif kısmıyla hiçbir şekilde ilgilenmemektedir.

Hatun, sonra tavşanın arkasını çevirir ve traşsız bir erkeğin üzerinde denenmiş halini ilgiyle inceler.
-Vaaov...

Tam anlamıyla iğrençtir ama alınabilecek en iyi hediye olarak görünür hatunun gözüne. Daha önceden kendini tavşan kıza odakladığından, bir psikolojik alt yapısı olduğu da gözlerden kaçmaz.


Sonuç olarak hatunun vaaov nidası ile, ekürisi ve kendisi için bu sımsıcak deneyimi bitirecek emir verilmiş olur. Ağzı açık uniseks bir tavşan slip, kuşkusuz bir tavşan kızın yerini tutmayacaktır ama erotik shoptaki bu bitmek bilmez çileye artık bir son vermek gerekmektedir.

-Hediye mi olacak, diye son bir kez sorar Murtaza Abi, sanki mükemmel paket kağıtlarını önlerine serecekmiş gibi. Evet, cevabını alınca  eskiden kasaplarda bununan renkli kese kağıtlarını neredeyse andıran bir kese kağıdını çıkartıp tavşanı paketlemeye başlar. Bu arada hatun, ya ayakkabılarımı değiştirmem lazım, burada mı değiştirsem, yok neyse dışarda değiştiririm temalı gevezeliklerine zevzekçe devam eder. O arada Murtaza Abi, paketin içine bi kartvizit atma teklifinde bulunur ve bu teklif de, neredeyse Murtaza Abi'den gelen tüm tekliflere verilmiş tepkiler gibi, hatun tarafından coşkuyla karşılanır. Bunun üzerine bir kartivizit de hatuna uzatır Murtaza Abi, hatun onu da neşeyle kabul eder. Parası da ödendiğinde, o esnada yerküre üzerindenki en zevkli alışveriş Murtaza Abi'nin erotik dükkanında tamamlanmış olur. Bunun farkında bile olmayan ve olamayacak Murtaza Abi, haalaa bıyıkaltından elemana gülümsemektedir. -Lannn,  ne şanslı piç kurususun lan sen-

Mini etek-yüksek topuk ikilisiyle, tavşanını elde ettiğinden son derece mutlu olarak,  tam tadında bir şekilde bulvarı geçip İstiklal'e doğru yürüyen hatun ekürisiyle, doğum günü kutlanılan bara varana kadar bu olayı kutsar, kutsar ve kutsar.

Ertesi gün Ümraniye'de bir evde  -ki maalesef bu evin, daha önce bahsi geçen ikinci en güzel olay diye belirttiğimiz olaydaki çocukla uzaktan yakından alakası yoktur-  doğum günü kızıyla -sanıyorum şimdi işler netleşmiştir- tavşanın paketini açarlar. Paketin açılması, güvenlik meselesi nedeniyle maalesef sabaha kalmıştır.

Denediler mi peki?
Ha, bana kalsa ben  denerdim. 
Ama sanıyorum burası da  hikayedeki gizemlerden bir başkası olarak yerini işte aldı, alıyor.

Belki, der hatun, evine dönen otobüsteyken, seeen tavşan kız kıyafeti, bir dahaki karşılaşmamıza dek hazır ol! Bir dahakine çok pis saldıracağım, evet!


Lö Petit Notte:
-Neredeyse gerçek bir hikaye olabilir.
-Kişiler tarafımdan  çarpıtılmış olabilir tabei.
-Yapay penislere dildo demek lazımdı lan, dedim yine minibüsteyken, şimdi uğraşamayacağım fakat. Dildo yazmışım gibi kabul edin!

16 Ağustos 2010

Şeapalım mı?

Kafa bozuk olabilir...








...neyse ki Vendetta var.

Lö Petit Notte:
Şurda da var;


david vendetta - love to love you baby | izlesene.com

4 Ağustos 2010

Tamam ya sakin!

Şu kısacık araba sürme deneyimimde; kurs hocalarına, babama ve direksiyon sınavındaki amcalara mütemadiyen kurduğum ünlem cümlesi oldu.

Devamında; yok bi' şe' yok, denmiş olabilir.

Günlük hayatın başka başka yerlerinde de kullanmayı düşünüyorum. Son derece faydalı buldum.

Lö Petit Notte:
Gerçekten çığlık atılacak bir durum olduğunu sanmıyorum, sanamıyorum... şksdakşlsdaldslşdsalşksd

3 Ağustos 2010

Bir takım danalıklar #3

Evet bebeğim.

-Durup dururken tanıdığınız bir çift aklınıza gelir de mutlu olursunuz ya, bu güzel bir şey evet. İki insanın birbirini sevmesi zaten güzelken, bunu hatırlayıp da-bi anlığına da olsa- mutlu olan insanların olması bence daha güzel. Hele bi' de aileden olmamanıza rağmen mutlu oluyorsanız, bu çok çok daha güzel olsa gerek...
-Di mi lan?

-Mükemmel bir aşk hikayesi gelsin şimdi;

Veremeyen Ayşe ve diğer her şey!

Ayşe.
Ya aslına evet önce Ayşe'yi bir hatırlatmak lazım. Bu bloğun ilk girisi bir Ayşe hikayesiydi ve bu Ayşe oradaki Ayşe ile aynı Ayşe. -yazar burada, gidin o hikayeyi de okuyun lan!, diye haykırmaktadır-

Ayşaaa'nım, genel olarak paranoyak-depresif bir aşk hatunudur. Aşık değildir; depresiftir, aşıktır; yine depresiftir. Neyse, efendim, birini sevmiştir ve verecektir. İşin kötü tarafı biricik sevdiceği uzaktadır ve ortalamaya vurulduğunda ancak senede bir aynı şehirde buluşabilmektedirler. Bu arada sevdiceği ne araaaar, ne soraaaaaar şlkdaslşkşlkdlşk.
Ayşe bu aramayıp sormamaları sallamaz. -Buna inanıyor muyuz? Ben yazarıyken bile bu gerçekten şüphe duyarken, eğer sen okur siee diyorsan içinden, hiç tuhaf karşılamam. İnanamayabilirsin. Aslında burada çok derin bir Ayşe analizine ihtiyacımız var. Ama hikaye uzar ve buna hakikaten hiç gerek yok. Tanrının bir mucizesi diyerek bu gerçeğin gerekçelerini ilahi bir takım durumlara havale etsek ve eleştiri yolunu kısmen kapasak çok takmazsın di mi? Öyle yapalım canım.-

Gün gelir, devran döner ve verme zamanı gelir Ayşa'nımın. Aslında vermek için can atmaktadır fakat;

Ayşe, ilk senenin ilk gecesi; ilk gece verilemez, kuralını uygular ve hasta olmamasına rağmen, canım hastayım ya der vö vermez!
İlk senenin ikinci buluşmasında yine eve çağrılır, lan bu dallama beni kullanıyo mu der,  paranoya yapar, bayramda evde olmam lazım canamm, der, vermez!
İlk senenin üçüncü buluşması için elemandan ses çıkmaz, Ayşe arar, eleman sallar ve Ayşe; veremez!
İlk sene biter.
Eleman gider.

Ayşe, panayoları ve pişmanlıklarıyla gtünün üstüne oturur ve bir sonraki seneyi depresif bir ruh hali içinde beklemeye başlar. Bu arada başka adaylarla çok daha feci verememe hikayeleri döndürmeye devam eder.

İkinci senenin kış aylarında eleman şehre damlar ve Ayşe'yi malum iş için arar.
Ayşe tam o akşam hakikaten hasta olur ve bunu elemana söyleyemez, kıvırır; veremez!
Telafi etmek için bir sonraki hafta Ayşe elemanı arar, eleman kıvırır, Ayşe; veremez!
İkinci senenin ilk yarısı sıfır-sıfır eşitlikle kapanır.

İkinci senenin ikinci yarısı büyük bir heyecanla başlar. Artık seyirciler gol istemektedir. İlk atışı eleman yapar, Ayşe'yi konsere çağırır ve o da ne, Ayşe'nin ALES'i midir KPDS'si midir bir haltları vardır -ve bu arada hastadır da ve tam olarak hazırrr da değildir- Ayşe reddetmek durumunda kalır ve; veremez!
Bir sonraki haftaya sözleşilir.
Haftanın başında Ayşe ilk faul'ü çakar; grip olur, antibiyotiğe başlar; demek ki buluşma gecesi içemeyecektir.
O gün gelir!
Ayşe ne hastadır, ne sınavı vardır ne de ilk gece krizi yaşanacaktır! Ayşe kendi adına her ihtimale karşı prezoları bile hazırlar!
Tüm tribünler ayaktadır artık!

Normalde çok sevişken bir hatun olmadığından ve aşağı yukarı iki senedir -aynı adamı bekleme nedeniyle de- sahalardan uzak olduğundan Ayşe paslanmıştır. Bir türlü olayları ayarlayamaz. Kendini de ayarlayamaz. Mükemmel bir rezillik yaşanır ve ...
...Ayşe; veremez!

Tribünler hüzün içinde boşalmaya başlar.

Ayşe kime ne diyeceğini bilemez, özür falan diler, batırmıştır, mutsuzdur, paranoyaktır, defresiftir, huzursuzdur, ıslaktır, çöptür, boktur, püsürdür...
Bu her şey demek değil Ayşe, falan derim ama inandıramam kendisini... çünkü Ayşe belki evet deneyimsiz kaltağın tekidir ama aptal değildir; bu her şeydir!
Aşk falan yoktur çünkü, olmayacaktır.
İskeleyi geride bırakırken gözlerinden yaşlar süzüldüğüne tanık olurum; hüzünnnlü bir Türk filmi sahnesi ve veremeyen Ayşe için akşam vakti...

Ayşe o akşam face'e girmeyecektir.

Neyse.

-Tabi ki yukarıdaki hikayenin herhangi bir gerçek kurum ya da kişilerle uzaktan yakından alakası yoktur ve olmayacaktır!! 
-Kime diyorum?!
-Bir de tabi ki Ayşe'ye acil şifalar diliyoruz tüm YT takımı olarak. Sen bizim gönlümüzün gol kraliçesisin Ayşe! Yeensen de yenilsen de kalbim hep sendeeeeee!!!
-Hava çok sıcak ama geceler şahane, bunu da bir kenara not etmek lazım. 
-Bu arada, artık bir kediyle aynı evde yaşıyorum. Bembeyaz bi erkeg, bir Ankara kırması. Meer tüm ihtiyacım bir kediymiş lan!
-Ya da para harcamak için yeni bir mecraaa şksfdşalksşkf..
-Ülke gündemine  de sokayım afedersiniz. Sanıyorum bu ülkede her neslin gençlik yıllarına, gündemi gerilimli yıllar düşüyor sonuç olarak, bundan kaçış yok. Heeey, siz 80-90 nesli ! işte bu elimde gördüğünüz - elinde dimdik ama zaman zaman yumuşayabilen bir şey tutmaktadır- sizin gençlik yıllarınız için özel olarak hazırladığımız  gerilimli gündeminiz! Nass olmuş, bence fena değil, tam tadında; terör, üst düzey hukuki anlaşmazlıklar, asker-iktidar gerilimi, toplumsal kutuplaşmalar falan...
-Güzel olmuş evet, tartış tartış bitmez ak, teşekkür ediyorum.
-Ben de seni.