Tarzancam daha iyidir...

26 Ağustos 2011

Sevgi Kelebeği

-Eleleler.
-Benim bile yok böyle biriyle elele resmim.
-Güllerle bile resmim yok.
-Ki gülleri de çok severim.
-Kocaeli'nde Elele Polis Merkezi var.
-Kocaeli'nde ne yok ki zaten!

-İzlediğim  bloglardan biri daha kısmen yayını kesmiş. Arada sırada açıp baktığım tek blogtu. Skicem.Çok da Skimde, normalde Sürüden Ayrılan Koyun'un, sevdiği pozisyonları detaylarıyla anlattığı ve netten bulduğu güzel hatunları osbir malzemesi diye paylaştığı şahane bi blogtu. Bi ara yazar aldı, sonra yazarları uçtu mu gitti mi nebliym. Hayır bu giden-uçan yazarlardan biri değilim, ha-ha. Neyse, hatta şunu da paylaşmam lazım; bu ekşi'deki ug tek'in kendi bloğunda yaptığı ve bi adam çıksa kızlara resim yollayın dese hayyatta yollamazlar diye ortam eleştirisi yaptığı olayı Koyun, ug tek'ten biraz daha önce bloğunda yapmaya başlamıştı. Evet, hatunlar Koyun'a yayınlasın diye fotoğraf gönderiyorlar giiibiii bir durum vardı-hala var aslında. 

O olay nasıl başladı tam bilmiyorum. Kızın biri Koyun'un hikayelere dayanamayıp kendiliğinden mi gönderdi yoksaaa Koyun bi yazısında, kendinize güveniyorsanız yollayın mı dedi, çok sıkı takipçisi değildim, kaçırmışım.

Neyse, Koyun askere gitti, aslında daha önce yazmak istediğim ama sonra Koyun öyle yaptıysa bana bok yemek düşer deyip boşverdiğim bir şey geldi başına. Travmatik bi olaydı aslında, atlatır diye umuyordum ama bugün gördüm ki Koyun tüm yazılarını silmiş. Blogta sadece hatun bacakları var şimdi. --koşun--

Yani tamam hatun bacakları olsun, bi şe demiyorum, esasen hatun bacağı severim. Ya da sevmem bilemiyorum, duruma göre değişiyor. 

Da şeyi farkettim; blogları öyle bir hevesle açıyoruz, paylaşıyoruz, birileri yazdıklarımızı seviyor, sonra çok sevilirsek geyiğine başladığımız blog bir anda değerleniyor, değerlenince de kişiselleşiyor aslında. Kişiselleşince de, yaşanan ufak bir olayda esasen başka bir şeye karşı verilen tepki sonucu kendi yaratımızı ortadan kaldırmaya kadar gidebiliyoruz. Kaç tane böyle yanan blog gördüm.

Yabmayın olm. 

Da bu sefer hakikaten üzüldüm. Şöyle biline ki Çok Da Skimde, sadece kadın bedeninden ibaret bir blog değildi!! -öyle de dert edindim- Koyun çok eğlenceli bir herifti -hala da öyle- ve takipçileri onu okumayı seviyordu. Bir şey oldu, -tamam baya kötü bir şey oldu- ve kafası attı -gerçekten fena attı- ve beeelki Palahniuk'un Tıkanma'da vardığı yargıya vardı; hayatta hiçbir şey seksten daha önemli değildir! Gene geçen gün biri bi yerde paylaşmış, aha işte yine demiş usta;

"For sure, even the worst blow job is better than, say, sniffing the best rose . . . watching the greatest sunset. Hearing children laugh"

Yani işte, tamamen kendi dingil algılamam, Koyun öyle bir noktaya vardı galiba, öyle ki açıklama yapmaya bile gerek duymadan yazdığı her şeyi blogtan kaldırdı ve geriye sadece kadınları bıraktı... ya da belki ben olayları dramatikleştirmeye bayılıyorumdur...

Halbuki ben Koyun'un ilk blog girisini de hatırlıyorum. Gerçi en başından beri takip etmiyordum ama merak edip en başa dönmüştüm. Galiba blogger'ın sistem bayağı sağlammış ve kaydettiğimiz bilgiler kaybolmayacakmışmış --kafam mı güzeldi okurken acaba-- ; o zaman biz de bir şeyler bırakalım, tipi bir yazıydı. Yanlış da hatırlıyor olabilirm ama sanki böyle bir şeydi, ya neyse, en nihayetinde adamın amacı bir şeyler bırakmaktı geleceğe...

... ve olay, bacaklarım nasıl, diye yazan hatunlarla sonuçlandı. -Tarzan, anlamakta zorlanıyorsun biliyorum ama it is da best!!-

Aslında iyi sonuçlanmış, değil mi ama, kimse zaten uzun yazıları okumuyor??

-Benim de erkek arkadaşıma çok da skimde'yi okutup , yaaaaaaaaaani acaba mı, diye yanaşma hayallerim vardı bi de...
-Bloglarınızı katletmeyiniz!
-Özellikle dişiler çok yapıyor bunu.
-Romantiğim n'apiym. Ben de lisedeyken bir şeye kızıp günlüğümü parçalamıştım ve tamamen okunamayacak hale getirmek bayağı vaktimi almıştı. Ve sonra pişman olmuştum. Kimsenin skinde olmayacağını biliyorum tabi ama kendi tarihimi yakmıştım en nihayetinde. Belki benden geriye hakikaten kayda değer bir şey kalmayacak ya da kalanlardan hiçbir zaman memnun olmayacağım ama yine de yaptığım şeyi yoketmem bana hala kabuledilebilir gelmiyor. Öyle ki yazdığım saçmalıkların bile kalmasından yanayım. Bilemiyorum, öyle barışığım kendimle demek. Ya da yoketmeyeceğimi bildiğim için kısmen dikkatli davranıyorumdur bir şey yaparken. Falan. Yoo öyle de değil, tamam gerçi herkesin benim gibi davranmasını beklemiyorum ama ne zaman birini böyle kendi yazdıklarını bir hışımla silerken gördüğümde, üzülüyorum, biri kendine ve aslında hepimize dair olan  ve aslında hepimizi geleceğe iletecek verileri yokediyor, aslında hepimiz ölüyormuşuz gibi hissediyorum. O, entrileri silip sözlüğü terketme olayına da bu yüzden karşıyım. Bi yazar demişti -hep unutuyorum kim olduğunu- okunduktan sonra roman artık yazarına ait olmaz. Entriler de öyleydi benim için; biri oylayıp sevdiyse ve bilgilendiyse artık entri sözlüğe ve okura da aittir. Enrinizi silince o çok sevdiğiniz sözlüğü de siliyorsunuz aslında... gibi.
-Bazı kişisel hezeyanlar. 
-Hayır siz silince, daha saçma bulduğunuz/bulduğumuz yaşam formunun entrileri yaşayacak??!
-Banane! -çoğu zaman çok sinirli oluyorlar- -çoğu zaman da en sevilenler oluyorlar-
-Bilemiyorum. 
-Silme hakkını elbette tanıyorum ama seveniniz varsa, yakmadan önce bir daha düşünün istiyorum sadece, seviliyorsanız artık yazdıklarınızın tamamen sizin olmaması gibi bir durum var bence. Sizin kendi ruhunuzla kapışmanız, yaratınızı yoketmenizin nedeni olmamalı. O zaman ne yapmalı onu d bilmiyorum ama sevmiyorum bunu amk.
-Saygılar...

8 Ağustos 2011

Merhaba, ben sistem, bugün nasılım cnm???

Doğum
Çocukluk
İlkokul
Lise
Sistem zaten sizi buraya otomatik getiriyor*
Duruma göre üniversite
Sistem zaten sizi buraya otomatik getiriyor*
Duruma göre yüksek lisans
Duruma göre askerlik
Duruma göre iş
Duruma göre evlilik
Duruma göre çocuk
Duruma göre ev-iş-çocuklar
Duruma göre boşanmalar
Duruma göre ev-iş-araba sahibi olunması

Ne diyorum; zaten doğduğumuz günden itibaren sistem bizi otomatik bir yere yönlendiriyor.(*) Mezuniyetten sonra duruma göre bir iş sahibi olursun ve bir düzenden çıkıp yeni bir düzene girersin ve o düzende gidersin ve o arada toplumun sana yüklediği ödevleri yerine getirirsin veya getirmezsin. Bu vakalar, zaten sistemin seni otomatik getirdiği yerlerdir. Burada bir başarı yok. Kısmen yok. Kazasız belasız bir aşamaya gelmek, belki bir başarı olabilir. Bir sonraki aşamaya gelinmiş sonuç olarak, pek çok insan o aşamaya da gelemiyor! -bırakk- Bu bir değişken halbuki ve ben bu değişkeni birazdan sıfır alacağım.

Bundan üç-dört ay önceydi, bir asker arkadaşımla; yani askerliği meslek edinmiş bir arkadaşımla, henüz genç yaşta, dünyayı-insanları keşfedemeden, sistemin bizi getirdiği otomatik noktalardan birinde sanki trenden inip bir başka trene binip bir başka otomatik hayata devam etmenin ne kadar doğru olduğunu tartışmıştık. Muhabbet anında, bu durum kulağa hoş gelmiyordu. O sıralarda varolan ve hala devam eden işsizliğim ve hedefsizliğim nedeniyle düşüne düşüne aslında bu eleştiriyi zaten yapmıştım; "başlarım sisteminize, uymuyorum amk!" Ki haklı nedenlerim vardı; en azından birinin -ki bu hikayede o biri bizzat kendim oluyorum- beni sakinleştirmesi gerekiyordu. Varolduğum noktayı, en azından birazcık anlamdırmalıydım. Bir sonraki aşama için - hangi aşama? - biraz morale ihtiyacım vardı ve ancak ve ancak kendimi haklı ve özgün kılarak o morale erişebileceğime dair mantıklı ama zannediyorum haksız bir düşünceye kapılmıştım.

Ne güzel o tuhaf ve beni özgür kılan düşüncedeyken asker olan arkadaşın zart diye muhabbeti; hayatı keşfedemeden yeni bir sisteme girip, o sistemin hayatımızı şekillendirmesine izin vermek tartışmasına getirmesi çok hoşuma gitmişti. Ama mutluluğum uzun sürmedi. Aradan bir on-onbeş gün geçti. Ben hala aynı derecede kayıpken arkadaşım; en başlarda bir yerde sıfır aldığım değişkeni hesaba katıp, başkaları onu da yapamadı yeea, şeklinde bir değerlendirme sürecini işletip halinden memnun olma noktasına gelmişti. 

Güçlü bir sisteme dahil olursanız (memuriyet olur, kökleri arzın merkezine inmiş kurumsal bir şirkette sağlıklı bir pozisyon olur, altın bilezik kategorisindeki mesleklerden biri olur) zaten sistem eninde sonunda sizi ruhen de ele geçirecektir. Geçirsindir de zaten! Maaşın güzel, olanaklar muhteşem,daha ne istiyorsun, diye sorarlar adama. Soruyorlar da zaten. Sırayı bozmayalım, bekleme yapmayalım, akışa itaat edelim... Mantıklı, sıcak, dertsiz.

Hem sonra düzen iyidir, değil mi sevgili arılar??

İtü'de bi yere; mutlu insan, mutlu olmaya devam etmelidir ki mutsuz olup başımıza bela olmasın, diye yazmıştım aynı dönemde.  Bunu, bundan 10 yıl sonra -neden 10 yıl?-,  mutluluğunu kıskandığım arkadaşlarıma karşı geliştirdiğim ultra-mega ruhi savunma kalkanı olarak da yorumlayacağım! Ama şu an, rezalet sonuçlarına rağmen düzenin gerekliliğine yoruyorum ve  şu an için bulunduğum konumdaki  haklılığıma gönülden inanıyorum. Netekimmm, bence hiç bir yönetim şekli, o kadar mutsuz insanla başa çıkamaz. Olayın sadece psikolojisi bile bizi bitirir. Mutsuz güruh! Memnuniyetsiz güruh! Muhtemelen istediğimiz bu değil.

Yani en nihayetinde, sistemin kendisini zaaaten getirdiği yerle gayet mutlu olabilen insanın olayını haklı buldum. Kıskançlığıma karşı bir savunma --gidin mutlu olun tamam mı, olun mutlu falan, başarılı olun, her şey olun, evet-- ya da; "kişinin mutsuz olmasındansa sistem dahilinde akışta takılması hepimiz için iyidir" i canı gönülden kabul etmekten oldu bu, bilemiyorum. Bunu dediğime göre,  bu durumda sistemi de kabul etmiş oluyorum; çoğunluğu mutlu etsin diye. Ve bu durumda, elit-bohem-marjinal azınlığın "farklı olma" çağrılarını gereksiz bulmuş oluyorum, haliyle. Farklılaşırlarsa; sistem dışı olurlar ve sistem dışında nefes alamayacaklarından dolayı mutsuz ve haliyle bela olurlar, diye işlem yürütmüş de oldum.

O yüzden dışarda olmanın ne derece cesurca bir hareket olduğunu anladım ya da asıl başarının çember dışında nefes alabilmek olduğuna da vardım. Koruyucu ve kollayıcı sıcaklığı ile sistem, kendi içinde bir yerlerde olanlara değil de aslında, dışarıda olana büyük eziyet çektirdiğini de tabi...

Bir de "başkaları bunu bile yapamıyooore" etkenini sıfır alacaktık. Bunu niye yapıyoruz, çünkü başkalarının ne durumda olduğu bizi ilgilendirmiyor ve bu bir yanılgı. Çünkü sistemde birilerinden daha iyi durumda olmam, her zaman başarılı olduğumu göstermez. Bu nedenlerden dolayı, zaman zaman başkalarının durumu etkenini sıfır almak lazımdır! Ben onu sıfır alınca; her durumda başarısız oluyorum, haha! Sisteme dahil olmayı o kadar da istemiyorum (belki zaten sistemin içinde işlerin o kadar da iyi gitmemesindennn) ama belli ki dışında da nefes alamıyorum (olağanüstü yetenekli bir bohem de olamamak). Yani; kabul et Tarzan, Tarzan sen kocaman bir skiksin canım!

Peki asıl başarı nedir?
-Bulunduğun noktadan hakikaten keyif almak. Rol yapmadan. Evet bulunduğum sistemin adamıyım ve işimi güzel yapıyorum ve çok mutluyum.

O zaman kendi sisteminin kollarına kendini bırakan arkadaşım sonuna kadar haklı oluyor.
O zaman ben de afiyetle yeniliyorum.

Sistemlerinn gel cnm, gel bebeğim, demesi...

Tabi bu yazıda sistemden kasıt; zaman zaman genel hayat düzenimiz, zaman zaman dahili bulunduğumuz sektör, zaman zaman bize yutturulan şey, zaman zaman artık ne anladıysanız...

Neyse, hala vaktim varken, belirsizlik sularında biraz daha yatayım diyorum. Valla. Göz kırpan sistemin o gözlerine de, suda ayak çırpma münasebeti ile su kaçıriym bence... Şıfıtı şıfıtı şıfıtı!

Sedef Adası'na gittik arkadaşlarla. Su çok güzeldi.