Tarzancam daha iyidir...

27 Temmuz 2010

Mossad, n'apmışsın bebeğim??


Böyle iş olur mu ya? Bir düşünün, Mossad ajanlarını konuşuyoruz??!!
Hayır bi de, saanki pazardaki eriklerden bahsedilirmişçesine rahat bir hava.. 
Haberin kendisi çok güzel;


Link burada
Ay-yıldızlı kamuflaj!
MOSSAD, İsrail'in hocasını ve gizli ajanlarını öfkeli kalabalıktan çok ilginç bir yöntemle korudu

ÖZER ŞENDİR/VATAN ÖZEL HABER



İsrailli ajanlar, Avrupa Ligi final maçını izleyen milli takımlarının hocasını öfkeli kalabalıktan koruyabilmek için üzerinde Türk bayrağı bulunan tişörtler giydirdi. Bu yöntem olası saldırıların önüne set çekti.


'Ay yıldız' formalı MOSSAD ajanları

Foto galeri için tıklayın
ANKARA’DA sona eren Avrupa Bayanlar Voleybol Ligi’nin son gününde Sırbistan-Bulgaristan finalini izlemek isteyen İsrail’in hocası Arie Selinger’i MOSSAD, öfkeli kalabalıktan çok ilginç bir yöntemle korudu. Hem gizli ajanlar* hem de antrenör Selinger göğsünde Ay-yıldız arma bulunan ve sırtında ‘Türkiye’ yazan siyah tişörtler giyip, kendilerini Türk kafilesindenmiş gibi gösterdiler. Bu ilginç kamuflaj görüntüsü VATAN’ın objektiflerinden kaçmazken**, kafilenin Türk seyircilerinden çekindiği için böyle bir yönteme başvurduğu öğrenildi.

SORUNSUZ AYRILDILAR

TURNUVANIN ilk gününden beri maçlarını seyircisiz oynadığı için herhangi bir sorunla karşılaşmayan İsrail’in bu taktiği işe yaradı. Karşılaşmayı kenardan herhangi bir problem yaşamadan takip eden teknik ekip Ankara’dan mutlu ayrıldı.

ÖTE yandan İsrail kafilesini korumakla görevlendirilen ajanlar, Ankara’da ilk kez takım elbisesiz görüntülendiler
. *** Ceket ve gömleklerini çıkarıp, yerine sırtında “Türkiye” yazan tişörtleriyle dikkat çeken MOSSAD personeli, kumaş pantolon ve kösele ayakkabılarından ise ödün vermediler.****

*Hea, evet hakikaten pek bi gizli ajanlarmış. lkjsadlksdaljksda
**Resssmen  paparazzi haberi tadında bir yaklaşım sergileniyor.
***Bi de Ankara'da ilk kez takım elbisesiz görüntülenmişler??!! Demet Akalın'dan bahseder gibi Mossad ajanlarından bahseden bir Gazetevatan?? 
****Kumaş pantolon ve kösele ayakkabı...Burada bir moda eleştirisi eksik kalmış gibi göründü bana...-Mossad ajanları moda eleştirmenlerinden yine tam not aldı şldalkşsdlksaşldk...-

Ben, bu haberin nasıl çıktığını çok merak ediyorum. Çaycı-temizlikçi falan mı açık etti? Bir çekirdek çıtlama seansı eşliğinde, aha bu soldakiler gizli ajanmış ba ba ba, mı dendi?? Hakkı Dayı, ne diyosun sen, demediler mi?? -essahtan-

Diyelim ki yalan haber, ki bu çok daha kötü, bu adamlar Mossad ajanıdır, diye bir takım adamlar afişe edilmez ki arkadaş, nasıl edersin?!! 

Bi de tüyü de var haberin; fotogaleri için tıklayın ??!
Şu  an linkinde resimleri görüntüleyemiyorum gerçi ben ama var??!!  

Ben okulda, dünyanın en tehlikeli istihbarat servisi diye bu adamları anlattım bi de??!!

Lan??! 

Sanıyorum benim anlayamadığım bir şeyler var. Ya da haberde bir yerlerde Zaytung linki var da ben mi göremiyorum??

Tarzan sunuyor tırsarak, afiyetle... 

22 Temmuz 2010

Doomgünü çocuğu

...idim ama bundan aşağı yukarı 15 gün önce.
Doğumgünümle alakalı kısa bi özet geçicektim ama salladım. Şunu anladım ki ben özet geçemiyorum arkadaşım! Bu konu üzerinde çalışmam lazım.

Neyse, dedim madem özet geçemiyorum, o zaman hiyeroglif ne güne duruyor??

Neyse, neyse, şimdi hangilerini yaptığımı işaretlemicem lkşdasşlkadslşkşlk



Teşekkür ediyorum canım.

16 Temmuz 2010

Bu olacak! Seyyar Satıcılar Konseri!

Güzel fikir.
Takdir ettim.

İsmet Sıral Yaratıcı Müzik Atölyesi adı altında konserler verilekmiş İstanbul'un çeşitli yerlerinde. Bunlardan bir tanesinde, ki  6 Ağustos'ta, üç aydır yapılan aramalar ve kayıtlar sonucunda bulunup seçilen 20 seyyar satıcı, baazı yabancı sanatçılar vö Ömer Faruk Tekbilek gibi ünlü isimlerle sahnede buluşacaklarmışşş.

Falan filan güzel haber, çakıyoruum çaktım;

Haberün kendisi için bir tık
Bir Serhan Yediğ Haberi;

9 Temmuz’da İstanbul’da başlayacak İsmet Sıral Yaratıcı Müzik Atölyesi kapsamında sekiz sıradışı konser gerçekleştirilecek.
6 Ağustos’taki “Seyyar Satıcılar Sahnede” başlıklı konserde, Trilog Gurtu, Karl Berger, Ömer Faruk Tekbilek gibi ünlü isimler İstanbullu 20 seyyar satıcıyla buluşacak. Sokağın sesini sahneye taşıyacak seyyar satıcılar, önceki gün 100 adayın arasından yapılan elemeyle belirlendi.
Seyyar satıcıların sesinden nefret mi ediyorsunuz? Avrupa Birliği’ne girmeye hazırlanan Türkiye’nin sokaklarından “iyiboozaa”, “körpecik bademler”, “akşam simidi bunlar” gibi feryatların silinmesi gerektiğini mi savunuyorsunuz? Lütfen, derin bir nefes alın. Ve bir de tam tersini düşünenlere kulak verin: Seyyar satıcıların, tıpkı martılar, vapurlar gibi şehirlerin özgün ses dokusuna, birbirinden farklı yaz ve kış tablolarına, sabah ve ikindilerine kimlik kazandırdığını söyleyenlere... Hatta seyyar satıcıların feryatlarını şehrin müziği olarak görenlere...
İsmet Sıral Yaratıcı Müzik Atölyesi (ISCMS) Etkinlik Koordinatörü, flütçü Sıla Gerbağa “Niyazi Amca, insanı ağlatabilecek bir sesle ‘yorgancıı” diye bağırarak Tarlabaşı’ndan geçtiğinde, midyeci Halit Abi’nin sesini duyanlar Sulukule’de pencereleri dolduverdiğinde, böyle de müzik mi olur, sorusu anlamını yitiriveriyor” diyor. Ardından soruyor: “Birinin, bir şeyin insanı çok içten güldürebilecek ya da durduk yerde ağlatacak kadar dokunaklı sesi varsa, o ses müziğe dahil değil midir?
ŞARKI SÖYLER GİBİ
Trabzonlu Celal (78) ve Salim Aydemir (72) Kardeşler, 60 yıllık hallaç. 1950’lerde İstanbul’un Tarlabaşı semtinde yorgancılık yaptıkları dükkan kapanınca, seyyar çalışmaya başladılar. Her gün Taksim, Şişli arasında gezinip, yorgan kabartıyorlar. Rahatsız etmemek için, şarkı söyler gibi bağırıyorlar.
ÜÇ AYDA DOKUZ SEMT GEZDİLER
Yeni ifade biçimleri, esin kaynakları arayan 50 caz ustasını İstanbul’da genç müzikçilerle buluşturacak İsmet Sıral Yaratıcı Müzik Atölyesi, 11 günde düzenlenecek 41 etkinlik arasında sokak satıcılarına da yer verecek. 6 Ağustos’ta Sepetçiler Kasrı’ndaki dört bölümlük konserde, 1970 sonrasında çağdaş caza New York’tan yön veren Cretative Music Studio’nun kurucusu piyanist Karl Berger, neyzen Ömer Faruk Tekbilek, elektronik müzikçi Erdem Helvacıoğlu ve piyanist Ayşe Tütüncü gruplarıyla sahneye çıkıp, 20 sokak satıcısının seslerini müziklerine katacak. Sokak satıcıları at arabaları, seyyar tezgahlarıyla konsere katılacak, sokaktaki nağmelerini kullanarak, sahneden ve izleyicilerin arasından doğaçlama yapacak.
Konser fikri Proje Direktörü Dost Kip, Müzik Direktörü Sumru Ağıryürüyen ve Sıla Gerbağa’dan çıktı, katılan sanatçıların desteğiyle iki yılda geliştirilerek son halini aldı. Seyyar satıcılar Sıla Gerbağa yönetimindeki 15 kişilik ekip tarafından, üç aylık çalışmayla belirlendi.
Bilgi, İTÜ ve Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinden oluşan ekip, İstanbul’un dokuz ilçesini sokak sokak gezdi, yaklaşık 200 seyyar satıcıyla görüştü. İstanbul’un sokak satıcıları üzerine “Müziği Duyuyorum” adlı bir belgesel hazırlayan Kanadalı yönetmen Giulia Frati, projede yer almak isteyen ve sesleri özellik taşıyan 100 adayın görüntülerini kaydetti. Kip, Ağıryürüyen, Gerbağa ve projede yer alan üç müzikçiden oluşan seçici kurul önceki gün yaptıkları toplantıda görüntüleri izleyerek, konserde yer alacak 20 seyyar satıcıyı belirledi.

8 Temmuz 2010

Müzik çalması - Septembaa!

70'lerdenn bir kuple...
Yok ya, 70'leri bildiğimden değil de, 90'ların sonunda ya biri bunu kavırladı, ya biri yeni video çekti bi'şey yaptı, döndü bu şarkı Number1'da yamulmuyorsam.
Da ben o izlediğim halini bulamıyorum, bunu dinleye dinleye de alıştım sanırım.


EARTH WIND AND FIRE | SEPTEMBER @ Yahoo! Video


Sözlerini de çakacağım bu sefer;

Do you remembaa! the 21st night of septembaa?
Love was changing the minds of pretendaaars!
While chasing the clouds away...

Our hearts were ringing.
In the key that our souls were singing.
As we danced in the night,
Remembaa! how the stars stole the night away...

Ba de ya - say do you remembaa!
Ba de ya - dancing in septembaa!
Ba de ya - never was a cloudy day...

My thoughts are with you.
Holding hands with your heart to see you..
Only blue talk and love,
Remembaa! how we knew love was here to stay.

Now decembaaa.. found the love that we shared in septembaaa.
Only blue talk and love,
Remembaaa! the true love we share today..

Ba de ya - say do you remembaaa!
Ba de ya - dancing in septembaa!
Ba de ya - never was a cloudy day...

Ba de ya - say do you remembaaa!
Ba de ya - dancing in septembaa!
Ba de ya - golden dreams were shiny dayzzz...

Müzik çalması

Kanye West'ten böyle bir parça beklemezdim.

Kanye West - Addiction

7 Temmuz 2010

Vuvuzela kafası!



 Daha fazlasını iste! -Haber şurda demek istiyorum-

Akşama gelen lö petit notte:
Almanya: 0 - İspanya: 1
Kafa mafa ama iş görüyor anlaşılan kjdsfljfjkfj...

5 Temmuz 2010

Enerji Dosyası No#1

Bugün Radikal'e şöyle bir göz atayım dedim, anasayfaya üç enerji haberi koyulmuş olması aceba bir tesadüf mü yoksa biri bize bir işater mi vermeye çalışıyor, bilemedim. 

Enerji sektörü, gelişiyor efendim durduramıyoruz.
Olayın bir kaç yönü;

1- Büyük Aşk 

Şimdi bizimkiler, bir nükleer bidi bidi olaylarına girdi, hatta Rusya'yla mutlu bir beraberlik yaşamaya falan başladık. Bu konuyla alakalı anlaşma dış ilişkiler komisyonundan geçmiş ve tartışılmak üzere genel kurula damlamış.

Rus tarafı ile yapılan anlaşmaya genel bir bakış Radikal'den huzurlarınıza gelsin; 

Nükleer gelsin de ne olursa olsun!


Anlaşma şöyle: Nükleer tesis kuracak şirkete bedava toprak ve altyapı hizmeti verilecek. Engel çkaran özel mülkler hemen kamulaştırılacak. Ve bu tesislere getirilecek yabancı işçilere kolaylık sağlanacak.

TBMM, Akkuyu’da nükleer santral kurulması için start verdi. TBMM Dışişleri Komisyonu’nda geçen anlaşma önümüzdeki günlerde Genel Kurul’a gelecek.

Anlaşma Genel Kurul’da kabul edilirse Rus yetkili kuruluşlarının proje şirketinden toplam payları, hiçbir zaman yüzde 51’den az olmayacak. Türk tarafı sahayı mevcut lisans ve mevcut altyapısı ile birlikte bedelsiz olarak, nükleer güç santralinin söküm sürecinin sonuna kadar proje şirketine tahsis edecek. İhtiyaç duyulan özel mülkiyete konu diğer tüm arazilerin kamulaştırılması hususunda kolaylık sağlanacak. Yabancıların çalışmasına ilişkin gerekli izinlerin verilmesi kolaylaştırılacak.

TBMM Dışişleri Komisyonu’nda kabul edilen Türkiye ile Rusya Federasyonu Hükümeti arasında Akkuyu sahasında bir nükleer enerji santrali tesisi ve işletilmesine ilişkin anlaşma önümüzdeki günlerde TBMM Genel Kurulu’na gelecek. Anlaşmanın Genel Kurul’da geçmesinin ardından Akkuyu’da nükleer santral kurulacak.

RUS ŞİRKETLERİN PAYI YÜZDE 51’DEN AZ OLMAYACAK

Muhalefetin sert eleştirilerine rağmen AKP’li vekillerin oylarıyla komisyondan geçen anlaşmanın kara delikleri şöyle:
Anlaşmaya göre, Rus yetkili kuruluşlarının proje şirketinden toplam payları, hiçbir zaman yüzde 51’den az olmayacak.

BEDELSİZ VERİLECEK

Türk tarafı sahayı mevcut lisans ve mevcut altyapısı ile birlikte bedelsiz olarak, nükleer güç santralinin söküm sürecinin sonuna kadar proje şirketine tahsis edecek. Santralin kurulacağı ve Türk devletine ait ilave arazi de proje şirketine bedelsiz olarak tahsis edilecek.

İLAVE ARAZİ VERİLECEK

Gerekli olursa proje şirketi ilave arazi için Orman Fonu’na gerekli ödemeleri yapacak.

KAMULAŞTIRMADA KOLAYLIK SAĞLANACAK

Türk tarafı proje şirketine yürürlükteki Türkiye Cumhuriyeti kanun ve düzenlemeleri kapsamında, proje ile ilgili olarak ihtiyaç duyulan özel mülkiyete konu diğer tüm arazilerin kamulaştırılması hususunda kolaylık sağlayacak. Türk tarafı yürürlükteki Türkiye Cumhuriyeti kanun ve düzenlemelerin izin verdiği ölçüde, proje şirketi adına veya proje şirketi rızasıyla istihdam edilenler, yükleniciler, acenteler, temsilciler için veya öyle bir erişim isteyen diğer kişiler için söz konusu arazilere erişimi garanti edecek.

YABANCILARA İZİN KOLAYLIĞI

Projeyle ilgili olara yabancıların çalışmasına ilişkin gerekli izinlerin verilmesi kolaylaştırılacak.(anka)


Link Hedesi

Tasarı bu haliyle alkışı hakediyor. lkjsakljskjlskjlskjs

2- Herkesin Büyük Aşkı Kendine

* Bir tarafta nükleer bidibidiler süredursun, özellikle enerji konusunun bir alt dalı olarak alternatif enerji konusunda büyük ilerlemeler kaydediliyor. Bununla alakalı haberleri nereye çakmıştım şimdi hatırlamıyorum ama bildiğim kadarıyla e-coli bakterisini şeker ile besleyerek bir evin tüm ihtiyacını karşılayacak enerjinin üretilmesi konusu üzerinde çalışılıyordu. Bu, herhangi bir yere bağlantı gerektirmeden, dev bir kazanın içinde bakteri besleyerek enerji üretmemiz anlamına gelebileceğinden, fena ilgimi çekmişti. 
Şimdi fazla bir şey bulamadım ama konu ile alakalı birazcık bilgi içün tek bir tık


** Alternatif enerjiye bir örnek olarak, su-rüzgar-güneş enerjisinden faydalanılması olayı. Misal rüzgar; özellikle  Çanakkale civarı için çok önerilen  bir çözümdü. Bir uygulamasını, Kocaeli Üni  Umuttepe Kampüsü'nde görmüştüm, pırr pırr dönen otuza yakın pervane vardı. Çok bilinen bir başka  çözüm olarak; güneş panelleri. Bu konuyla alakalı mükemmel bir anektod yapıştırıyorum buraya; yine biz bölümdeyken,  Nostradamus'luğa soyunmuş bir hocamızın Orta Doğu'nun geleceği için öne sürdüğü açıklaması, petrol bitince bu sefer de güneş enerjisi için birbirlerine girecekleeaaarrr!!!, şeklinde bir iddia içeriyordu. Ehaeha, diyerek geçiştirmiştik. Güneş panelli araba vs. bir hayli popüler olsa da, dünyanın bol güneş alan bölgeleri için alternatif vir çözümken, doğaya en çok zarar veren ülkelerde kalıcı bir çözüm olarak algılanmadı.
Hidroelektrik santrallerinin kurulması meselesi TR'de de elbette gündeme geldi ama uygulama esnasında yaşanan acı bir olay yine Radikal'den gelsin;

İkizdere'ye deneme darbesi!

Doğa harikası Rize'nin İkizdere Vadisi'ndeki ilk hidroelektrik santral (HES) deneme üretimine geçti, derenin 8.5 kilometrelik kısmı kurudu. Dereye 26 tane daha HES kurulması planlanıyor

MUHAMMET KAÇAR haberi

RİZE - Rize’nin ünlü İkizdere Vadisi’nde 95 megavat kurulu gücündeki Cevizlik Hidroelektrik Santralı deneme üretimine geçti; dere suyun tünele alındığı 8.5 kilometre boyunca kurudu. 64 kilometrelik vadide 20’yi aşkın HES’in daha yapılmasının planlandığını, bu olduğunda suyun 55 kilometre boyunca tünele alınacağını belirten yöre halkı, İkizdere’nin tamamen kurumasından endişe ediyor. Bölgede daha önce de deneme üretimine geçen HES nedeniyle Güneysu Gürgen deresi kurumuştu.
İkizdere Vadisi, endemik bitki ve canlı çeşidi açısından dünyanın en önemli 200 vadisi arasında gösteriliyor. Sanko firması vadide yaklaşık dört yıl önce 95 megavat kurulu gücünde HES yapımı için çalışma başlattı.
HES inşaatının durdurulması istemiyle İkizdere Derneği öncülüğünde 2007 yılı Mart ayında Rize İdare Mahkemesi’ne dava açıldı. Dava kapsamında ilk bilirkişi heyetinin hazırladığı raporda saniyede 500 litre su bırakılması halinde deredeki canlı yaşamın zarar görmeden devam edebileceği yönünde görüş bildirildi.
Bunun üzerine mahkeme, ÇED raporunda belirtilen 150 litre/saniye yerine dereye 500 litre/saniye su bırakılmasına karar verdi. Ancak, bu oranla derenin kuruyacağını ve canlı yaşamın yok olacağını öne süren yöre halkı, DSİ’nin raporlarına dayanarak itiraz etti. İtirazı kabul eden mahkeme, bölgede yeniden bilirkişi heyetinin inceleme yapmasını kararlaştırdı.
Son yapılan bilirkişi incelemesi sonrası Rize İdare Mahkemesi dereye 2.8 metreküp/saniye su bırakılmasını kararlaştırdı. Bu sürede HES inşaatı tamamlandı ve cuma günü deneme üretimine geçti. Santralın deneme üretimine geçmesiyle İkizdere ilçesi Cevizlik köyü ile Soğuksu köyü arasında kalan bölümde su tünele alınınca 8.5 kilometre boyunca İkizdere Deresi kurudu. Böylece Rize’de daha önce Güneysu ilçesinde yapımı tamamlanan ve deneme üretimine geçmesiyle kuruyan Gürgen Deresi’nin ardından bu kez de İkizdere Deresi kurumuş oldu.

Etkili yağışa rağmen...
‘Derelerin Kardeşliği Platformu’ Dönem Sözcüsü Ömer Şan, santralın dere suyunu tuttuğunu, bu nedenle derenin kurumak üzere olduğunu savundu: “Son günlerde etkili olan yağışlar sonucu derenin debisi yükselmesine rağmen santraldan bırakılan suyun azlığı, derenin adeta kurumuş gibi görünmesine neden oluyor. Çünkü dereye firmanın taahhüt ettiği gibi saniyede 2.8 metreküp su bırakılmıyor. Bırakılan su en fazla 500 ya da 600 litredir. Derenin kuruması, yaşamı ve bölge iklimini de olumsuz etkiliyor. Bu suda balığın veya diğer canlıların yaşaması mümkün değil.”
Şan’ın verdiği bilgiye göre ‘İkizdere, 64 kilometrelik bir vadi. Vadide yapılacak ve sayıları 26’yı bulması beklenen santrallar sonrası su 55 kilometre boyunca tünellere alınacak. İkizdere’nin tamamı kuruyacak.’

Rafting de bitti.
Derenin kurumasıyla İkizdere de rafting sporuna kapandı. Gelişmekte Olan Spor Branşları Federasyonu Rafting Asbaşkanı Şafak Tatoğlu, daha önce rafting için ideal parkur olan İkizdere’nin azalan suyu nedeniyle bu özelliğini kaybettiğini söyledi. Asbaşkan Tatoğlu, “İkizdere eskiden Türkiye rafting şampiyonalarına ev sahipliği yapıyordu. Ancak, santralların deneme üretimine geçmesiyle azalan su seviyesi İkizdere’nin rafting şampiyonalarına kapanmasına neden oldu. Sadece bazı kısa mesafeli bölümlerde antrenman yapılabilir” dedi.


Link Hedesi

*Bir de çöp-atık ıvır zıvırlarından enerji elde edebilme durumu var. Almanya'da günlük çöpleri bertaraf ederek bir mahallenin elektrik ihtiyacının karşılanabildiğine dair bir takım duyumlar almıştım. Suyla çalışan araba, çöple çalışan araba haberlerini de muhtemelen hepimiz görmüşüzdür.-Linkleri sonra halledelimzie- Bu minik araba haberlerin dışında, özellikle çöpten enerji elde edilmesi, sadece meeeh! denebilecek bir haber değil, bu olayın hakikaten geleceği var.

*Vö,olayın bir başka ayağı olarak teknolojik gelişmeler;
Bu birazdan çakacağım, çok yeni bir haber,  ve bor madeni haberi de içeriyor. Sürtünme katsayısının azaltılarak, teflondan daha kaygan bir yüzey elde edilmesi, daha az enerji ile daha çok iş yapılabilmesi anlamı taşıyor.
Yine Radikal Haberi olarak Dr. Ali Erdemir'in hikayesi ve bugün de ne Radikal yaptı arkadaşım...

Türkiye'de iş bulamadı, dünyanın umudu oldu.

Türkiye'de iş bulamayan Dr. Ali Erdemir, ABD'ye döndü ve dünyanın en başarılı 100 bilim insanı arasına girdi. Türkiye'de 'Su gibi İngilizcen var' diye otel lobisinde çalışması önerilen Erdemir, enerji problemi konusunda dünyanın umudu oldu!
 
BETÜL KOTAN haberi

Amerika’da tripoloji konusunda yaptığı doktoranın ardından Türkiye’de bir milletvekili tarafından İngilizcesi iyi diye otel resepsiyonunda çalışması önerilen Dr. Ali Erdemir, Amerika’da sürtünmesiz kaplama ve nano ölçekte yapay elmas gibi icatlarıyla bilim dünyasında çığır açtı.
21. yüzyılın en başarılı 100 bilim adamı arasında adı geçen Dr. Ali Erdemir, sürtünme katsayısını binde bire düşürmeyi başararak teflondan 40 kat daha kaygan bir yüzey ve dünyanın enerji sorununa alternatif üretti. Buluşlarıyla tam dört kez Bilim Nobeli olarak kabul edilen R&D 100 ödülüne layık görülen Erdemir, Bilim Oscar’ı olarak adlandırılan Discover Magazine Ödülü’nün de sahibi. 3 bin 500 bilim adamının çalıştığı Argon Laboratuvarı’nda 22 yıldır çalışmalarını sürdüren Erdemir, laboratuvarın en seçkin 36 bilim adamı arasında.
Buluşlarıyla endüstride milyarlarca dolarlık tasarruf sağlanabileceğini belirten uzmanlar, böylece dünyanın enerji sorununun da çözülebileceğine işaret ediyor. Otomotiv sektöründen, silah sanayiye, uzay teknolojisinden beyaz eşya endüstrisine her sektörün ilgi odağı olan Erdemir, mütevazı yapısıyla da tanıyanları kendisine hayran bırakıyor. ABD’de ödüle doymayan Dr. Ali Erdemir’i bir İstanbul ziyareti sırasında yakaladık ve buluşları, yaşamı ve Türkiye üzerine sohbet ettik:

Tripoloji, Türkiye’nin çok aşina olduğu bir bilim kolu değil. Bize biraz anlatır mısınız?
Sürtünmeye maruz hareket halinde olan bütün yüzeylerde ortaya çıkan değişikliklerin bilim ve teknolojisi olarak tarif ediliyor. Bunun içerisine aşınma, yağlama teknolojileri, sürtünme konuları giriyor. Çok geniş kapsamlı bir bilim kolu ama kimse farkında değil.

Toroslarda oynarken...

-Çok sayıda ödül sahibisiniz...
1987’de Argon laboratuvarına başladığımda bana verilen ilk görev yeni katı yağlayıcıların keşfedilmesiyle ilgiliydi. Neticede bor asidinin yağlayıcılık özelliğini keşfettik. İlk buluş o oldu. Aslında o maddenin yağlayıcı olabileceğini çocukken farkettik. Toros dağlarında bor madeni çok olurdu, onlarla oynardık. Yağmurlu havalarda yüzey bayağı kaygan, sedef gibi bir kıvama gelirdi. Daha sonra Argon laboratuvarında bunun nedeninin yüzeyde oluşan bir asid tabakasından kaynaklandığını anladık. Buluşum bilim çevresini çok heyecanlandırdı, Araştırma Geliştirme ödülüne layık görüldüm. Daha sonra bu buluşun türevleriyle de ödüller aldık.

-Yapay elmas da yine sizin önemli buluşlarınız arasında sayılıyor...
Biz elmas ve elmasa benzer kaplamalar konusunda çalışmalarımızı 90’larda başladık. O konuda elde ettiğimiz iki önemli bilimsel netice var. Birincisi elması nano ölçeklerde üretebilmek, nano yapılı elmas. Bunun elektron, veya x ışınlarıyla analizlerini yaptığınız zaman gerçekten doğal elmastan hiç bir farkı olmadığını görüyorsunuz. Şu anda birçok alanda kullanılabiliyor.
İkinci bilimsel sonuç, elmasa benzer bir kaplamanın, belki dünyada şu anda en düşük sürtünme katsayısını veren bir türevini keşfettik. Hem bilimsel hem teknolojik bakımdan bu buluş çok  daha büyük yankılar uyandırdı.

Motor yakan buluş!

-Teflondan 30-40 kat daha kaygan olan bir malzeme diye anılıyor. Bu malzeme için sürtünme katsayısı sıfıra indi dendi.
 Sıfıra inmesi imkânsız ama sıfıra çok yaklaştı. 0.001, 0.005 gibi. Bu değerler hiç farkedilemeyecek değerler. Sürtünmesiz kaplamanın geliştirilmesi herkesi heyecanlandırdı, inanılamadı. Sürtünmesiz kaplamanın ömrü ne kadar tayin etmek için bir deney yaptık. Onun ölçümünü yapan bir alet var, o alet 32 gün sürekli çalıştı. 32’nci günde, alet durdu. Biz ‘Bizim kaplama hapı yuttu’ dedik. Ancak, test aletinin motorunun yandığı tespit edildi. Bizim kaplamaya birşey olmamıştı.

-Sürtünmesiz kaplama özellikle hangi sektörlerde kullanılabilir?
Bilgisayar konusunda çığ açacak bir potansiyeli var. Bir firmayla çok yakın çalışmalar yürütüyoruz. Bu bilgisayarların içerisinde hafızanın kaydedildiği hardisk var, onun içerisinde daire şeklinde ince diskler bulunur, bilgiler oraya kaydedilir. O yüzeylerde çok ince bir karbon kaplama var, onu bizim kaplamadan yapıp aradaki boşluğu tamamen kaldırmak istiyorlar. Amaç, devamlı temas halinde kaydetme. O durumda diske kaydedilme hızı 10 misli artıyor. Aslında bu malzemeyi bütün mekanik sistemlerde kullansak, dünyanın enerji problemini çözmüş oluruz.

-Enerji tasarrufu da sizin uzmanlık alanlarınızdan biri...
Çalıştığım laboratuvarın en önemli işlevlerinden biri enerji tasarrufunu artırıcı yeni teknolojilerin geliştirilip endüstriye mal edilmesi. Örneğin bazı arabaların enerji tasarrufu çok iyidir. Onların sürtünmeye maruz dişlilerinin tasarımını çok iyi yapmışlardır. Bir de yüzeylerinde sürtünme katsayısı düşük olan veya yağlayıcılık özelliği çok yüksek olan maddeler kullanılır. Dolayısıyla az bir enerji harcayarak çok uçun bir mesafe gidilebilir.

Argon’da çalışmak
“Argon Laboratuvarında 1000’i doktoralı bilim adamı olmak üzere toplam 3 bin 500 kişi çalışıyor. Laboratuvar bir yerde enerji konularında bir bilim ve teknoloji bakanlığı olarak işlev gören Enerji Bakanlığı’na bağlı. Yıllık bütçesi yaklaşık 650 milyon dolar. Benim yıllık araştırma bütçemse 5-6 milyon dolar. Ekibimde 10 kişi var. Laboratuvarda yapılan çalışmalar enerji ve çevre ağırlıklı. Enerji kullanılırken ortaya çıkan olumsuz etkileri ortadan kaldırmanın ve enerjiyi en tasarruflu biçimde kullanmanın yolları araştırılıyor. Amerika gibi bir yerde sürtünmeden kaynaklanan enerji kaybının değerinin 500 milyon dolar olduğunu tahmin ediyorlar. Sadece otomotiv sektöründe 250 milyon araba var.”

‘Döndüm, yedi yıl önceki pozisyonu teklif ettiler’

 
  -Amerika’ya doğru yola çıkma hikâyenizi anlatır mısınız? 

İTÜ’den mezun olduktan sonra İskenderun Demir Çelik işletmelerindeki Ar-Ge merkezinde çalıştım. Onların bursuyla mastır için Amerika’ya gittim. Doktora için de Türkiye’ye veya kuruma maddi külfet olmadan, NASA’nın bursunu kazandım. Herkese verilmeyen çok prestijli bir burstu. Ama Demir Çelik Kurumu karşı çıktı, ‘Senin doktora yapmana ilgi duymuyoruz, dön’ dediler. Doktoranın sonunda daha faydalı olacağımı söyledim ve gittim, Amerika’da doktoramı tamamladım, 1986’da askerlik için Türkiye’ye geldim. Kesin dönüş yapmıştım kendimce elimde diplomam alanımda iş aramaya başladım.

-İş için çok kapı çaldınız mı?

 Askerlikten sonra ilk müracaat ettiğim yer, Demir Çelik oldu. Ancak beni yedi yıl önceki pozisyonumda çalıştırmak istediler. Tam bir hayal kırıklığıydı, Amerika’da kazandığım deneyime acıdım. Çok sayıda iş görüşmesi yaptım. Neticede benim edindiğim deneyimlerle ilgili herhangi bir araştırma yeri bulamadım. İş aradığım dört-beş ay içerisinde bir kanıya vardım ki, burada gerçekten bir yerden başlasan bile imkanların kısıtlı olması dolayısıyla birşey başarman imkânsız.

-O dönem, iş bulamayınca bir milletvekilinden yardım istemişsiniz. Size İngilizceniz iyi diye bir otelin lobisinde çalışmayı teklif etmiş, doğru mu?
(Gülüyor) Evet, hikâye doğru. 1986’nın sonlarına doğru... O dönemde bir gereklilikti, iş için politikacının, milletvekilinin kapısını çalmak. Ben de açıkçası il başkanlarına, milletvekillerine gittim. ‘Ana dilin gibi İngilizce biliyorsun, doçent olarak çalışsan eline para geçmez, git bir otelde İngilizceni kullan’ dendi. Bu hikâye beni Türkiye’den kaçıran hikâyelerden birisi oldu. Çünkü benim emellerim büyüktü. Baktım, bu emellerim gerçek olmuyor, ‘tekrar dönerim’ diyerek, bir kez daha Amerika’ya gittim. Argon’dan teklif aldım. Üç-beş sene çalışırız demiştik, 22 sene oldu.


-Bildiğimiz kadarıyla üç çocuğunuz var. Onlar da sizin gibi bilime meraklı mı?
Büyük oğlum Altan, 26 yaşında, işletme okudu, bir bankada çalışıyor. Kenan, 23 yaşında, güzel sanatlarda okuyor. Candan ise henüz 13 yaşında. Vallahi hiç bilime meraklı değiller. Onları biraz korkuttum bilim konusunda. Argon’da çalıştığım sırada çocuklarıma gerektiği kadar zaman ayıramadım. 


-Türkiye’nin gündemini takip ediyor musunuz?
Türkiye’de gündem o kadar yoğun ve hızlı ki, bugünkü gündem, yarınkini unutturuyor. Bilhassa bu son bir sene içinde olanlar inanılacak gibi değil. Dünyada olup bitenleri bıraktık, Türkiye’yi izliyoruz. Hanımla da bu yüzden arada bir tartışıyoruz, hep Türk haber kanallarını izlememe sitem ediyor. Ama Türkiye’de olup bitenler, tüm dünyada olup bitenlerden yüz misli enteresan. Türkiye’de bir olay patlak verdiği zaman iki kutup oluşuyor. Oysa zıt politik görüşlere sahip kişiler arasında bile belirli bir seviyeye kadar medeni bağlar olmalı.


-Türkiye’den hiç teklif aldınız mı? İyi bir teklif gelse, dönmeyi düşünür müsünüz?
Ciddi bir teklif almadım beklemiyorum da zaten. Ancak tüm yurtdışında yaşayanların kalbinin, kafasının bir köşesinde bir gün dönme hayali mutlaka var. Ama orada kurulmuş bir sistemim, uluslararası bir yerim var. Bu da bizi daha verimli hale getiriyor. O tarz, Türkiye’de devam ettirilebilir mi, ettirilemez mi bilmiyorum.


Sonuç;
Öngöremeyeceğimiz gelişmeler, beklediğimizden hızlı yaşanıyor. Belki, bir nükleer santrale harcanacak paranın - şimdi sallıyorum- dörtte üçüne, çok daha kalıcı ve çevreye/insana daha az zararlı çözümler üretilebilir, yatırımlar yapılabilir miydi/yapılabilir mi?

Yavru Tarzan sundu efendim, afiyetle. 

2 Temmuz 2010

Bir takım danalıklar #2

-Youtube'a giriş için en güzel fakat şüpheli bir yol* navige, paso unutuyorum ama artık çakmanın vakti gelmişti.
-Ne yağdı be evet. 
-Bu sefer ben bir şey yapmadım fakat, artık şehircek kimi sktiysek ... klşdasklşaklşd... dikkat etmek lazım bakın fena oluyo, lütfen birbirimizi sevelim koruyalım, delirtmeyelim, ayakkabılarım mahvoldu yeni bir lanet istemesiniz!
-Twitter'da Abdullah Gül'ün nikindeki o cb beni  benden aldı. cb.
Bölümü de hatırlattı tabi bana -bana her şey seniee hatırlatıyoor- Yani bilmiyorum ki, normalde o kısaltmayı çok fazla kullanmıyoruz. Sınavlarda artık çok darda kaldığımızda, kimmm yazacak iki saat cumhurrrbaşşkanııı, diyerek cb der geçerdik/geçerdim. Çok da malca bi iş yapıyorum ama affet beni hoca, derdim içimden ama yine de yapardım.  
-Negzel zamanlardı.
-Tabii, cb deyip geçmemek lazım. Kolay kazanılmıyor -hadiiiii-
-İsimleri, tarihleri ve zaman zaman yerleri aklımda tutamamak gibi bir olayım var ve bir de tarih seviyorum?! Sadece olayı bilip isim-zaman unutmak ne feci bir şey anlatamam. Bir şey anlatacaksınız ama adamın adı yok, olay nerde geçiyodu, net değil (ya işte Avrupa'da ama ?!!), zaman; yani şimdi bir zaman aralığı veririm ama vermesem daha güzel çünkü zaman aralığı benim yumuşak karnım (yok) ama olayı çok iyi biliyorum!
-Yani bilmiyorum anlamına geliyor. Ama işte itiraf edemiyorum. İsim yok, yer yok, zaman muallak(milattan önce), ne var lan it diye sormazlar mı adama?!
-Soruyorlarmış.

-Mükemmel bir minibüs hikayesi;
Minibüs İlham Perileri Yavru Tarzan'a nasıl dokundu?

Bazen Tanrı'ya kızardım ben bir şey olunca. Yani çok da bir şey olmadı aslında ama Tanrı'ya çattığım olmadı değil. Sonra sakinleşince, ya ben bi halt yemiş olabilirm ehem, diyerek, ya işte ne saçma işler, neyse not etmek istediğim; geçen gün minibüste gidiyorum, Tanrı olmasaydı ne halt yiyecektin lan, dedim, o zaman kim sorumlu olacaktı?
O noktada bir hafiflemişim...
O zaman ben sorumlu olacağım, dedim.
Şu konuda anlaşalım, kendi sorumluluklarınızı bi zahmet Tanrı'ya yüklemeyin, herkez yerini bilsin tamam mı?!!
Kendime diyorum okur, sen üzerine alınma tabi.
Yok hayır, suçu devamlı kadere ya da Tanrı'ya attığımdan değil de, üstlenmek konusunda da fazla hevesli olmadığımı daha bi net farketmiş oldum.
Minibüste.
Minibüste eriyorum.
O zaman sinirlerim yatıştı. Bir anda minibüs günlük güneşlik nurlu bir cennet bahçesine dönüşüverdi. Çünkü Tanrı'ya bile deli gibi kızabilirken kendinize öyle kızamıyorsunuz kljdsalkjsdaljksdaljk...  var mı lan böyle bi şey??  bu yazdığımı unutalım...

-Ya minibüs dedim de, kısa mesafe gidiyorum minibüste ve yer buluyorum. Uzun mesafe gitsem, öyle yer bulamam. Kısa mesafe ya, ya yer verilir ya biri kalkar, ya da otobüslere nasıl alıştıysam.
-Da bu minibüs-otobüs enstanteneleri ne zaman bitecek biri bana bunun haberini versin artık. -aranızda antik tanrı varsa, o da olur, olur yani-
-kşsdalkşasdlkşdslkşdaslkşdsalkşsda yazarken sanki piyano çalıyormuş gibi  hissetmeme ne demeli? -bunu başka bi yere daha yazdım-
-* navige'ye şüpheli dedim, Ekşi'de okuduğum kadarıyla girdiğiniz siteleri kaydeden bi yapısı varmış, gerçi artık -eğer hakikaten öyleyse- hali hazırda oluşmuş profilimin ne durumda olduğunu zerre sallamıyorum ama tabi manyak bu insanlar...
-Geçen akşamlardan birinde, aynı gün Eminönü'nde neredeyse yüzmüş olmama rağmen, Kadıköy beni mükemmel bir hava ile karşıladı, seni ben yerim.
-2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı'nı, kınayalım da bir yandan, atlamayalım.